4 Şubat 2016 Perşembe

AKILLI KİŞİ ACISIZLIĞI HEDEFLER


Kamera; Güven PERA MÜZESİ


AKILLI KİŞİ ACISIZ-LIĞI HEDEFLER

 Günümüzden yüzyıllar önce; yaklaşık olarak 2400 yıl önce Aristoteles şu düşünceyi seslendirir;

 “ Zevkin değil, acısızlığın peşinden koşar akıllı kişi. Ya da, akıllı kişi, hazzı değil acısızlığı hedefler.”

  Düşünce olarak Alman filozof Schopenhauer’in de ifadesindeki gibi hazzın negatif, buna karşın acının pozitif olduğu anlatılıyor.

  Hemen her yerde, insanın duyguları ve aklıyla bulunduğu her mekanda, alanda istenen ve aranan şey yüce mutluluk, o büyük haz olduğu halde, dünyamızın savaştan çok barış, mutluluklardan fazla hüzünlerle yoğrulmasını da anlamaya çalışmalıyız.

 Görünen o ki, insanın evrim yolculuğu, evrenin sürekli değişime muhtaç oluşu ve dünyanın en akıllı olan canlıların bitmeyen istekleri, düşleri, büyük hazzın ve yetersizliğin muhteşem kavgası veya uzlaşısıyla sürüp gidiyor.

 Eskiler ne der? Şöyle söylerler bir türlü laftan anlamayana; “ Bir musibet bin nasihatten iyidir! Yani başımıza gelen bir belanın, bir kere nasihat etseler ondan daha iyi olamayacağını binlerce yaşam deneyimi sayesinde anlaşılmış oluşunun açıklamasıdır.

 Bir bela; bir musibet aynı zamanda bedenimize ve vücudumuza binen acıları da anlatır. Acının acısızlığı ise, o belanın nasıl ve ne şekilde geldiğinin, kaçılır ve kaçınılmaz oluşunun derin keşfi, bir daha tekrarlanmaması için beladan kaçışı gösterir.

 Bu yüzdendir ki, dehaların tetikçisi başlarına gelen hakiki bela; travmalardan da etkilendiklerini insan tarihini anlatan her türlü edebi eserde görebiliriz.

 Acı, bela ile baş edememe, insanın yaşam ile ölüm, mutluluk ile mutsuzluk arasında bir yerde kaldığı, debelendiği belki de duraklama; kısacası en karmaşık kargaşa dönemi olduğu bellidir.

 Bu yüzden, şehrimize, şehirlerimize kurulan inşaat iskelelerine baktığınızda, oradaki duvarcı ustalarını, sıva çalışanlarını izlediğinizde zorlu koşulların, zorlu iklimlerin çocukları; gençleri olduğunu anlarsınız. Bu anlayışa sadece muhtaçlık, kazanç yönünden bakmak, bence insan safdilliğidir. Aynı zamanda, soğukla, yorgunlukla, gurbetle, zor şartlarla baş edebilme zanaatını de görmek mümkündür.

 Bir de çok net ve tarafsız olarak “ züppe” dediğimiz insanlara bakalım. Hiç incinmeden, taraf tutmadan bakalım. Kendilerinin kazanmadıkları paranın etrafında, mutluluğu, hazzı ararken, insanlık kültürü, dinlence, eğlence içeceği olan her şey karşısında nasıl yok olup, eridiklerini, başlarına gelen bin bir türlü belanın hiçbir şekilde anlamlandırılmayıp kendi ibretselliklerini, her daim aldıkları hazlarla, haz duygularını; tat alma ve duyma hislerini, görme ve dokunma, insana yakışan en güzel olan nezaketten uzaklaşmayla sonlandırırlar…

 Hâlbuki akıl hiçbir hazzın, eğlencenin kör bir şekilde karşısında değildir. O hazzın, eğlencenin insana ulaşan, ulaşması gereken derecesi peşindedirler. Kısacası, haz ile acının arasında ki ince çizgi; ACISIZLIKTIR…

 Bin bir türlü hazzı, eğlenceyi bilip, bin bir tülü acıyı yaşamış olmak veya tanıklık etmek; beladan da uzak kalmanın, kabalığı sürekli bir zanaatkâr gibi şekillendirip vernikleyip, cilalayıp değerli bir hizmete dönüştürmek yine insanın başarısıdır. Bunun için deha olmak, birkaç dil bilmek, doktora yapmak gerekmiyor. Bunun için biraz okumak, biraz dinlemek, biraz, anlamak ve biraz da seyretmek gerekiyor; acıyı, acıları, acımızı; eğlenceyi, eğlenenleri ve eğlenceyi…

 Voltaire “ Mutluluk yalnızca bir düştür, acı ise gerçektir” derken insana, yüce insana bir şey hatırlatmak istiyor. Değişimin kaçınılmaz olduğunu, mutluluğun bir şişe içine sıkıştırılıp sonsuza kadar korunamayacağını, acının demlenişini ve acının sürecini yine insanın belirleyip, acısızlığa, duyarsızlıktan öte bakmanın, duyarlı olup, diğer canlılar için yürek acısı hissetmenin de mutluluk, huzur olabileceğinin anlatımını yapıyor.

 Güven SERİN 




Hiç yorum yok: