19 Şubat 2016 Cuma

AHLAKİ BİR NEDENİM VAR


İnternetten


AHLAKİ BİR NEDENİM VAR

  Dinmeyen uğultular; bir türlü adaletin sağlanamadığı diyarlar… Sanırsınız ki, herkes kendine göre haklıdır!

  Hâlbuki haklı olan tek şey; ADALETTİR. Adaletin besleneceği yasalar; insan merkezliyse; kimsenin ama hiç kimsenin hak ve adaletle kavgası olmaz. Başını öne eğer ve cezanın gönüllü hak edeni olur; üstelik mahcubiyeti, özrü de içten dışa yansıtarak…

  Bir ses insanın var oluş sebebine öncülük irdelemesi yapıyor;

“ Kimimiz yaşamın bize sunduğu nimetlerden faydalanıp dertleriyle boğuşurken, kimileri ise hayatı yaşamakla yetinmeyip nedenleri sorguluyor. Kimisi yazmayı sadece bir dönemdeki anılarını kalıcı kılmakta kullanırken; aynı uğraş kimileri için yaşam boyu bir tutku, hatta var oluş sebebi oluyor.”

 İşte tam da burada bu var oluşun yüce hatırına yıllardır yazıyorum. Kimi sordu; kaç para kazanıyorsun? Kimisi eline ne geçiyor? Kimi ise; yaz dedi; sen yazmaya devam et!

 Öyleyse, bu yazma eyleminin yaşamın sırları sayılan var oluş nedenlerinin kapılarını açmaya devam edeceğim. Her daim ama her daim açılacak bir pencere, bir kapı vardır. Üstelik tam da her şeyin bitti, dendiği zamanlarda bile…

 Bütün tabu konulara girmiş, el uzatmış iktidar alanlarına karşı SAYGI tanımayan, burjuva bir ailenin içinde büyüdüğü halde, burjuva geleneklerine, kurallarına karşı bir insandan söz edeceğim. Neredeyse bütün ödülleri, nişanları, NOBEL ödülünü bile reddetmiş insan öncüsü Jean Paul SARTRE’den konuşacağız.

  İnsana; canlı olmanın en üst basamağına tırmanmış olana her daim destek olmayı, terazinin şaşmaz dengesi içinde yaşamı boyunca savunan; düşüncelerini eyleme döken Sartre; tam da bugünlerde, belki yarınlarda dört, hatta sekiz elli sarılacağımız düşünce insanı…

 Yargının; yani adaletin çürüdüğü, kulaklarının tıkandığı zamanlarda, gidip halka hesap veriyor. Aslında, halkın içinden de hiçbir zaman çıkmıyor. Her fırsatta;

 “ Onlar beni anlayabilir!” derken haklıydı. Öldüğünde bile cenazesinin yanı başında on binlerce insan yürüdü.

 Modern toplum insana çok şey verirken, insandan da çok şey alabiliyor. Dünü ciddi bir şekilde sorgularken, bugüne ulaşabiliriz. Bugünün şehirlerine; insanın insanı, doğayı ve diğer canlıları ne kadar savunup savunmadığına ulaşıp; ürpertici bir titreme hissede biliriz…

 Sosyolog Nilüfer Göle Sartre için şunu söylüyor; “ Beni gençlik yıllarımda aynı zamanda sosyolojinin kalıplarına karşı korumuştur.”

 Jean Paul Sartre’yi anlamak için şu konuşmasını anlamanızı isterim. Aynı zamanda kendi bilincinizin-bilincimizin acemiliği, kalfalığı veya ustalığını da;

 “ Bu insanların özgürlüğü için savaşmamın sebebi onları tanıyor ve seviyor olmam değil. Burada önemli olan onların İNSAN             olması… Ölüm tehlikesi içindeki insanlar. Her insan tehlikelere, felaketlere karşı korunmalıdır.

  Burada olmamın sebebi politik bir tavırdan ötürü değil, bunu bir insanlık sorunu olarak görmem.

  Yani AHLAKİ bir nedenim var.”

 Aydın olmak mesleklerden ve kendimizi ait sandığımız sınıf, siyaset, ırk, din bütün bunlardan çok öte bir şey. İnsanı merkeze koyan, eziyetin aynı zamanda insanlık dışı bir şey olduğunu kavrama biçimidir. Çünkü her tepki, eziyet yeraltında başka bir oluşum doğuracak ve eziyet edenin, eziyet görene dönüşeceği tarihin ve iradenin şeffaflığıyla gözler önüne serilmiştir; çoktan beri…

 Jean Paul Sartre’nin ısrarla üzerinde durduğu bir konu daha vardı; halk ile aydınların arasının uzun zamandan beri açık olduğu… Tıpkı ülkem; şehrim gibi…

  Artık böyle olmamalı… Oda aynen böyle söylüyordu bir konuşmasında; yarım yüzyıl önce bu şekilde haykırıyordu; böyle olmamalı…

Fransa 1968 gençlik hareketi “ imkânsızı iste!” felsefesiydi. Vietnam Savaşına karşı başlamış. Barış için yola çıkmıştı. İmkânsızı isteme, insanın biricik yaşam kuralı olmalı. Her şeyden vazgeçebilir insan; bütün mal-mülk ve payelerden; ama vicdani ve toplumsal itibardan vazgeçmek; korkunçtur…

 Güven Serin 






2 yorum:

https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=7374168482621215247#usersettings dedi ki...

Sevgili yazarım; aslında, dışımızda gördüğümüz şeyler de içimizdekilerin aynısıdır. Bu gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmemizin nedeni, kendi dışımızda ki her şeyi gerçek sayıp, içimizde ki dünyaya söz hakkı vermememizdir. Oysa insan bir kez işin bilincine vardı mı, çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz. O zaman bunu kader, yazgı diye de kabul etmez. Yeter ki bir kez olsun içinde ki dinamiklerle yaşamını buluştursun.
Bir çok insan; hiç kimsenin ya da hiçbir görüşün etkisi altında kalmadan, olayları olması gerektiği gibi objektif değerlendirmek ve yorumlamak olgunluğuna, bilgeliğine sahip değildir.
Özellikle kendi düşüncesi konusunda fanatik, eleştiriyi kaldıramayan, insanlara zarar veren, empati yoksunu insanların verdiği zarar tahminler ötesidir.
Tarafsızlığın, renksizliğin, vurdumduymazlığın, neme lazımcılığın kurbanı yüz binlerce insan var..Çok hoşuma giden bir söylem ; çağımız okur-yazar çağı, gel gör ki insanların vicdan ve merhametleri kör ve sağır, onlarında okulu yok...

GÜVEN SERİN dedi ki...


Bilim insanları; "kültür kirlenmesi-boğulması" diye bir şeylerden söz ediyorlar...