23 Kasım 2015 Pazartesi

SEVGİ HİÇ ÖĞRETİLMEDİ


Kamera; Güven -Antalya- Picasso'nun
Jacquline için yaptığı çalışma


SEVGİ HİÇ ÖĞRETİLMEDİ

  Ağzımızdan düşürmediğimiz bir ömür peşinden koştuğumuz SEVGİ sözcüğü gökten inecek mucize gibi bekleniyor. Mucizeleri beklemek bir parça güzel olsa da, günümüzün yaşam biçimi; ölçüp, biçmek; hesap, kitap ve irdelemekten besleniyor.

  Nedense bol sandığımız her şeyi oldukça bol bir şekilde tüketmenin yarışı içindeyiz. Herkes temizlikten, titizlikten yana taraf olduğu halde, evine ayakkabılılarını dışarıda çıkarıp girdiği halde, aynı titizliği, sokağına, caddesine, parkına ve bahçesine göstermiyor.

 Ganos Dağları, eşsiz tepeleri, alımlı vadileri insanla buluştuğu an çöp deryasıyla doluyor. Güya, herkes doğayı seviyor. Bu sevi yüzünden doğanın içine gidiyor. Arkadaşları, akrabaları, çocukları, eşleri ve sevgilileriyle piknik yapıp eğleniyorlar. Bu eğlencenin en mutsuz tarafı, yedikleri-içtikleri şeylerin kaplarını, poşetlerini olduğu gibi orada bırakıyorlar.

 Hemen hemen her gün gazetelerde ölüm; öldürme üzerine okuduğumuz haberlerde sevmekle bütünleşen bir sürü cinayet haberi okuyoruz. Gördüğümüz cinayetler artık kanımızı dondurmuyor. Bizleri şaşırtmıyor. Çünkü ölüm, genellikle sevgi; sevme adına işleniyor. Ayrılmak isteyen eşi; kadını, bir başkasına yar etmeme; ölesiye; hatta öldürürsüye sevmek sanki sıradan hale getirildi. Ne hazin bir sevgi…

  Anne ve baba sevgileri ayrı bir renk… Verilecek para; mal-mülk bittiğinde yerle bir oluyor. Hatta duymaya, görmeye pek alışılmadığımız darp olayları yaşanıyor. Yani, almaya alışmış, almakla sevgi sırıtması yaşamış çocuk; alamamayı, reddedilme sanıp kızgın bir İspanyol boğasına dönüşüyor.

  Sevginin, sevgiliye dönüşmüş hali de, halkını yönetmeye adanmış yöneticilerin sevgisi de ayrı bir gösteri içinde. Her şey yolundaysa, sevgi sözcüklerinin ardı arkası kesilmiyor. Ama ilişki bir parça bozulmaya görsün; duyulmadık beylik, paşalık laflar ortalıkta uçuşuyor.

 Görünen o ki dostlar; sevgi de öğretilmemiş bizlere. Ninelerimiz, teyzelerimiz, halalarımız, annelerimiz oldukça şefkat içinde büyütseler de eksik kalan bir şey var… Nedir acaba? Her şeyi hazır bulmamız; her isteğimizin karşılanması…

 Şefkatin de gün ola azalacağını, biteceğini düşünemeden, yüksek gurur içinde gösteriye dönüşmüş bir abide gibi sonsuz bir algıyla büyütürken, yok olan nineler, teyzeler ve sonra anneler paniklememize neden oluyor.

 Niçin?

  Bizi sevecek birileri kalmıyor. Ve bizde bize uygulananı tekrar etmek, aynı kalıpları; aruz ölçüsü gibi; ezberlendikten sonra sorun kalmıyor sanılıyor. Bizler de çocuklarımıza, torunlarımıza adanıyoruz. Bir şey bekliyoruz onlardan; yaşlılık zamanı bizleri bakmalarının teminatını arıyoruz; sevgi yoğunluğu şartıyla…

 Peki, ama sadece şımartılmış şefkatlerin sevgi kabul edilmesi böyle kabul görmesi mümkün müdür? Sevginin esasları, ara tonları, diğer tınıları öğretilerle bulunamaz mı? Sadece kendi çocuğunu, torununu seven, diğer çocukları önemsemeyen sevgiyi; o saf, güzel kimyayı ortaya çıkarta bilir mi?

 Kedi için ölen, köpeği görünce söven; tam tersi nice sevgi ve sevgisizlik gösterileri içinde yaşıyoruz.

 Tutarlı olmaktan çok tutarsızlıkla yeşeriyor.

 Matematik, fizik, kimya, biyoloji, Türkçe ve birçok ders; branş öğretiliyor. İyi öğrenen, iyi ezberleyen çok iyi mesleklere de sahip oluyor. Ya sevgi! Sevgi de öğretiliyor mu? Ana kucağından tutun da, anaokullarına, ilköğretim, orta, lise sıralarında sevgi öğretiliyor mu?

 İnandığım bir şey var; sevgi de öğretilere ihtiyaç duyduğu. Bilinen görgü, korku kurallarından, yasalarından çok öte sevginin de öğretilmesi gerekiyor. Küçük bir çocuğun küçük bir çiçeğin büyümesini izlemesi, onu sulayıp büyütmesi, bir kedi, köpek, kuş veya başka bir canlıyı besleyip büyütmesi, onun yaşam hakkına, yaşam biçimine dikkat edip saygı duyması; sevginin de olgunlaşmasını, çeşitlerinin ortaya çıkmasına neden oluyor.


 Ben her şeyi yaptım; saçımı süpürge ettim; varımı yoğumu verdim, sırtım hiç kurumada, demenin faydası yoktur. Esas olanı; sevgiyi öğretmeliyiz; bizler eksik öğrensek, hiç öğrenmesek de, ilk önce kendimiz öğrenip, sonra öğretmek bizim insanlık vazifemiz, içimizin bir hoş huzur bulması için şarttır.

 Güven Serin 



Hiç yorum yok: