11 Kasım 2015 Çarşamba

SAĞLIK, İLLA...


Kamera; Güven-Antalya


SAĞLIK, İLLA…

  Canlı olmanın, bütün kalabilip huzurla yol alabilmenin en güzel yanıdır sağlık… Bir türlü kaybedilmeden kıymeti bilinmeyen, hatta kaybederken bile tam olarak hangi hazineyi kaybettiğimizi bilmediğimiz yüce şey…

  Zaman akıp gider… İnsanın kendi algılarıyla, hisleriyle bir türlü yakalayamadığı zamanın doğum, yaşam ve ölüm süreci; muazzam bir yolun yolculuğudur. Masallar, efsaneler, dinler ve bilimin hiç durmadan peşinden koşup yorumladığı şey…

 Hiçliğin içinden kurtulmanın ne güzel yoludur; yaşamın içinde, yaşam oyalanmalarıyla teselli bulmak ve aramak… Hele yazın dünyası içindeyseniz, bilinen okuyucuya ulaşmadan öte bir öğrenme ve öğretme döngüsü içinde koşmanın yüce sancıları, marifetli coşkuları içinde görmek, dinlemek, yürümek, dokunmak zanaatıyla sanatçı eserlerine dönüşmek istersiniz.

  Yağışlı günler derken, güneşli bir gün; günler içinde güneye Antalya’ya süzüldüm. Dünyanın, şehirlerin küçüldüğü bir zamanda şans ve şansızlığın eşelenmesini düşünürken sımsıcak bir sonbahar günü… Güney sahilimiz, turizmin merkezi olan şehir 1 milyon nüfusunu çoktan aşmış.

 Daha yolda bedenimin, özellikle gözümün ve belimin uyarılarıyla yol aldım. Sol gözümün kapakçığı şişmeye başladı. Belimin ince ağrısı “ sende insansın” etten, kandan, kemikten ve hücrelerden oluşmuş yaşam bütünlüğümün hatırlatışını yaptı.

 Güney yolculuğumun programı oldukça dolu… Antik Likya yürüyüşü, Antik kentlerin ve müzelerin ziyareti, Ara Güler ve Picasso sergileri ve şehir tiyatrolarında Şaşkın Koca oyununun izlenmesi…

 Her zaman olduğu gibi Kaleiçi; çitlenbik ağacının, begonvillerin, yasemin çiçeklerinin yaşadığı yere yakın, taş ve tarihi evlerin, pansiyonların olduğu yerde kaldım. Falezler yabanıl yaşamın Akdeniz’e süzülüşünü her daim anlatıyor. Akdeniz, Toros Dağlarıyla o büyük, gizemli dansını milyon kez, milyar kez tekrarladığı gibi tekrarlıyor.

 Gözüm; sol gözümün kapağı iyice şişmeye başladı. Gecenin içinde nöbetçi eczane arama ve yorgun bedenimin soğuk bir birayla ödüllendirmesine kanmasıyla son buldu. Gün ola yarın ola, anlayışı içinde sazın, gitarın ve baterinin canla, başla içtenlikle ezgilerin insana akan, antik kentlerde limanla şehir arasındaki yolun yolcusu misali…

  Günün ışıldamasıyla birlikte ışığa süzülen sol gözümün şişkin haliyle en yakın eczaneye gittim. Yorgun bakışlı eczacı adama gözümü gösterdim. Teşhis tahmin ettiğim gibiydi; Arpacığın bir çeşidi. Gözüm enfeksiyon kapmış.

 Eczacın gözüme bakıp ilk sözü ; “ İTDİRSEĞİ” tanımlaması oldu. O kadar hızlı söyledi ki birkaç kez sormak zorunda kaldım. Söylediği sözcüğü Latince bir tanımlama gibi anlasam da, sonradan bir başka halk diliyle itdirseğini anlattığı anlaşıldı.

 Koruyucu ve mikrop öldürücü merhemler çoktan çikolata fiyatına inmiş. 7 TL’yi ödeyip iki merhemi aldım. Sağlığa giden yolun en büyük yardımcısı ilaçlar… İnsanın, uygarlığa kavuşmadığı zamanlardan başlayan şifalı otlar, sular, tütsüler, dualar sonunda bilimle buluştu.

 Bilimin canlı hayatındaki önemi oldukça büyük… Birkaç hapın, küçük bir merhemin, bir şişe şurubun nelere kadir olduğunu, neleri başardığını biliyoruz.

 Bilim dünyasının yanılgıları, yanlışları olsa da, aradığı biricik şey; en doğru, en sıhhatli gerçektir. Bilim, gerçeklerden beslenir. Tıp bilimi, matematik gibi net sonuçlar vermese de hiç durmadan ilerliyor. Tıp sanayi askeri sanayilerle yarışacak kadar büyük…

 Uygar ülkelerin en büyük hedefi insan denen canlının daha doğar doğmaz sağlıklı bir şekilde büyütülmesi. Büyütülmenin içinde en önemli seçimler elbette, beslenme, spor ve diğer etkiler göz önünde bulunduruluyor.

 Beslenmeyi, sadece midesel düşünmek büyük saflık olur. Ruhsal beslenmenin önemi oldukça büyük… Bu yüzden, ruhsal besinlerin, daha bebekken, okul çağında çocukken insan denen canlıya büyük etik ettiğini ortaya çıkaran sihir; yine tıp bilimidir. İnsan psikolojisi midesel beslenmeyle birlikte ruhsal beslenmeye de muhtaçtır…

 Çocuklar okul yollarında ezilmeden, büzülmeden, güle oynaya yürürse, teneffüslerde bol zaman ayrımı içinde toprağın, çiçeğin, ağacın, müziğin, sporun kovuşumu yaparsa yaşama sağlıklı toplumlar olarak akıyor.

 Sağlık illa… İtdirseğim iyileşmişe benziyor. Belimin ağrısını da şimdilik biberiye yağı ve Doğa Irmağın usta ellerinin masajıyla idare ediyorum… Büyük şey; sağlık…


 Güven Serin  


 


  

2 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Geçmiş olsun! Kültürel etkinliklerle bezeli, buraların en güzel zamanlarına denk düşen geziniz böyle sıkıntılı bir rahatsızlıkla gölgelenmeseydi ne iyi olurdu. Şimdi siz her Antalya'yı anımsayışınızda itdirseği de gelecektir aklınıza. Yine de beterin beteri var deyip şükretmelisiniz. Kaleiçi'ni ne güzel anlatmışsınız. Çoktandır gitmedim ve özlediğimi fark ettim. Bu yazıyı dönüşte mi kaleme aldınız bilmiyorum ama doğup büyüdüğüm Antalya'ya gelmişken, yakın bir kasabasında yine yakın bir köyünde yaşayan Begonvilli Ev sakinlerini de ziyaret etseydiniz keşke. Sağlıklı güzel günler diliyorum.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkür ederim Begonvilli Ev. Evet,kaleiçine gitmelisiniz. Çitlembik ağacına kurumuş dallarından yeşeren dağlara baklalı ve altında bankları olan yaşlı ağaca sımsıkı sarılan begonvile..

Dönüşü yaptım ;çok teşekkür ederim;elbet gelir kahvenizi içerim;ev sakinlerine selam ediyorum...