20 Ekim 2015 Salı

BABA OLMAK ZOR ŞEY


Kamera; Güven   Ganoslar


BABA OLMAK ZOR ŞEY

  Mitolojiden tutun masallara; masallardan edebiyata kadar kadının yeri; ana olmanın üretkenliği her daim işlenmiş, taşa, mermere, kitaplara ve hafızalara kazınmıştır.

  Anadolu kültüründe Kybele (ana tanrı) olarak karşımıza çıkarken, Roma döneminde Rhea, Mısır uygarlığında İsis olarak yön vermiş; inanılmış, tapılmış insanların akışlarını günümüze kadar getirmiş.

 Elbette ana önemli bir kavramın tarafında, eksikliği ruhumuzu her daim sancı içinde bırakabilir.

 Babanın; babalık kavramı en az ana kadar önemliyken, anaçlığın zarafeti, zaferi; bütün ezilmelere, horlanmalara karşın halen devam eder. Ana sözcüğüne, hisselliğine nazikçe el sallayarak Hatice Ananın mavi gözlerinde ana şefkatine tutunurken esas durmak istediğim konuya; babalığa geleceğim.

 Babaların babası küçük bir kuşun babalık aşkını işleyeceğim. Bu kuşun; bu çalımlı babanın genel adı yalıçapkını. Bilim insanlarına teşekkür ederek, minnet ile selam ederek babalık nasıl olur bir duyun; anlayın biraz…

 Her hayvanın yaradılışı, taşıdığı genlerinin baskısı sonucu ayrı bir çeşitlilik sunarken yalıçapkını, o küçük kuş; o çapkın duruş, nice babalığı yolda bırakacak kadar şefkat, çalışma içinde.

 Nasıl mı? Anlattıktan sonra, bu muhteşem, bu çapkın küçük kuşlara; değerli, saygın babaya sizde saygı duyacaksınız. Tıpkı şairin babası için yazdığı şiirde ki gibi çapkın babaya;

 Hayatta ben en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk.
Çarpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben böyle sevdim.

  İşte yalıçapkını olan bu küçük kuşun babalığını da şairin babasını sevdiği gibi sevdim…

  Yalıçapkınları üremek, yaşamın o güzel koşusunu sürdürmek için bir anne ve babadan kurulan bir aile oluşturuyor. Birbirine oldukça bağlı; tabiatın koşullarına, evrenin koşarcasına harcadığı değişim çabasına en çok ayak uyduran küçük kuşlar…

 Yalıçapkını olan babanın en kolay görevi yuvanın kurulduğu zamanlar. Dişisi yumurtaların üzerine yattığı vakit bolca haylazlık yapıyor. Birkaç haftalık haylazlık yaklaşık yedi yavrunun dünyaya gelmeleriyle son buluyor. Baba, babalık sorumluluğuyla yüzleşiyor. Anne derhal bir başka yuvaya, yeniden yumurta bırakıp o yuvanın sorumluluğuna koşuyor. Baba ise, tam manasıyla bir yaşam savaşına başlıyor; yedi yavrunun bitip tükenmeyen açlık seslenişlerine durmadan yiyecek taşıyarak karşılık veriyor.

 Yavrular büyüdükçe yalıçapkını babanın suya dalışı, balık avlayışı günde yedi yüz kez oluyor. Yedi yüz kez dalmanın yiyecek kovalamanın muhteşem telaşı öyle bir ahenk içinde ve şaşmazlıkla tekrarlanıyor ki, biz insanların bile pes edeceği bir noktaya geliyor.

 Ama bizim çapkın; yalıçapkını pes etmiyor. Bir mevsimde dişi kuş; yani anne üç kez kuluçkaya yatıyor. Üç kez, yaklaşık yedişer yavrudan yirmi bir yavru büyütüyorlar. Büyütme görevi babanın…

 Çapkınlığın karşılığı, sorumluluğu üstlenmenin muazzam gösterisi böyle olmalı… Ama bir başka gösteriye daha tanıklık ediyoruz çapkın babanın bitip tükenmeyen dalışları, yiyecek taşımaları sırasında.

 Yavrular uçacak hale gelir gelmez, baba onları dışarı davet ediyor. Suyun hemen üzerinde tüneğinde karşılıyor bedavadan yaşayan yavrularını. Onların gözü önünde suya dalıp balık yakalıyor. Yavru her zamanki gibi babasına ağzını açıyor balık versin diye. O çapkın, o marifetli baba bu sefer vermiyor. Balığı bir güzel midesine indiriyor. Bu hareketi defalarca yapıyor.

 Laf aramızda dostlar; yalıçapkını o çapkın kuş, yavrusunun ayakları üzerinde durmasını ona balık vererek değil, balık tutarak öğretiyor. Yaşamın en güzel anı başlıyor yalıçapkınları için. Bir süre haylazlık, sonra su kıyısında bir yalıya; Kendi yaptıkları güzel bir yuvaya yerleşmek ve ondan sonra çapkınlığın o muazzam sorumluluğu için uçuş ve dalış tekrarları…

 Baba olmak zor şey ve bir o kadar onurlu bir şey. Yavrularını, sezgilerine, iradesine, görgülerine teslim etmek; onu asalaklıktan kurtarıp, zahmetin, zanaatin, gerçek yaşamın içine çıkartmak ise daha zor ve anlamlı; bir o kadar da esere benzer bir şey…

 Güven Serin 










2 yorum:

Makbule Abalı dedi ki...

Kuşları izleyerek, gözlemleyerek ne çok şey öğrenebileceğimizi düşünürüm hep ben de. Yazın yaylada balkona yapılan iki kuş yuvasının sahiplerinden nasıl da bilgilendik. Serçe ve kırlangıçlardı yuvanın sahipleri. Farklı zamanlarda yuvaları kullandılar.Baba hep yiyecek taşıyıcı idi.Zaman ayarında hiç şaşırmadılar. O küçücük yuvalara nasıl sığıyorlardı bilinmez.
Kuşlardan öğreneceğimiz çok şey var.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Tabiat öğretilerle dolu Makbule Hanım;canlı olmanın en üs basamağında oturan insan;öğreti zenginliği içinde yüzerken bile fakirlik çekiyor; hazin bir algı ve anlayış... Verdiğin örneğe teşekkür ederim..