12 Eylül 2015 Cumartesi

SORU SORMAK


Kamera; Güven Modern Sanat Müzesi-İstanbul
14. Bienal Etkinliği


SORU SORMAK!

 Niçin bu kadar önemli soru sormak? İlk önce kendimize sorabilme hürriyetine sahip olabilmek; niçin bu kadar önemli? Muhtemelen bir avuç hatta bir yudum bile olmayan yaşamın daha anlamlı olabilmesi için…

 Eğer önemliyse yaşam, kaldırıp bakabiliyorsanız göksel açıklığın engin, uçsuz bucaksız denizine; bu büyük hiçlikte kaybolmamak istiyorsanız; yanıt bulacağınız, bulmak isteyeceğiniz soruları sormak zorundasınız? İlk önce ben kimim; niçin bululuyorum burada? Hiçbir filozofun tam olarak ikna olmadığı yaşamın içinde bulunmanın aynı zamanda bir mucize; muazzam bir sanat olayı olduğunu bilerek; sormalı en güzel, en can alıcı soruları…

 Soru sormanın kültüre, yaşam akışına dönüşecek oluşu ilk önce kendimizi kendimizden de kurtarmak anlamına geliyor. Nasıl mı? Kalıplardan kurtulmaya başlayarak. Her gördüğümüz insana “merhaba kanki” demeyerek. Kullandığımız sözcüklere her gün bir yenisini katarak… Edebiyata sadece şaklabanlık yapma gözü bakmayarak… Psikiyatriyi, toplum bilimini, siyaset bilimini, sanata ve zanaatı önemli bularak…

 Neredeyse her gün önünde geçtiğim Namık Kemal Evinin bahçesinde durağan ana soru sorarak başlıyorum. İçimde ki soru sorucu biraz daha geriye çekil ve ahşap kaplı evi betimle diye sesleniyor. Ne görüyorsun? İkinci katta bir balkon; genişliği bir metre, uzunluğu üç metre kadar… Balkona bakan iki cam var. Balkonun her iki tarafında cumbalı iki oda; birbirinin aynısı; ikisinde de üçer cam var. Simetriden faydalanıp estetik görünüşe; hoşluğun derin, sessiz güven verici sıcaklığına kavuşulmuş.

 Bunlarla indim sahilin Mutlukent çay bahçesine. Halkın susadığı, susuzluğunu, engin açıklıkta ruhsal terapi buluşları içinde soru sorduğu yere; Niçin bu güne kadar bu halk sahiliyle buluşturulmadı? Sorusunu bir kez daha; bin kez sorduğum gibi…

 Prof. Dr. İbrahim Ortaş çok önemli bir soruyu hatırlatıyor. Bilim insanlarımızın dünyadan kopuşunun anlatımını; büyük uyarışını şu sözlerle yapıyor;

 “ Araştırma teknikleri, konuların ele alınışı yaklaşım ve üretkenlik bilgi ve üretim yönünden çok çok gerilerdeyiz. Görebildiğim kadarıyla gelişmiş ülkeler üniversiteleri veya araştırıcıları konuyu soru sorarak ve hipotez kurarak başlıyor.

 Bizim gibi ülkelerden gelen araştırmacılar ise, halen durum tespiti ve üretim artışı konularında duruyor.”

 Tılsımlı bir yaşam tespiti gibi; soru soran, hipotezini ortaya süren ülkelerin aldığı yol ve yolculuk gözler önündeyken, yaşam fışkıracak, uygarlıklar cenneti olan ülkemizin talihsizliği sorulmayan sorular ve verilmeyen cevaplarda gizli…

 Soru soran kendi hipotezini oluşturan Prof. Dr. Engin Umut Akkaya’nın düştüğü durum ise tam bir ibretsel gösteri. Akkaya’ya dünyanın önemli kimya Dergisi Angewante Chemie ciddi önem verip kapak konusu yapıyorken aynı Profesöre TÜBİTAK bir yıl ceza veriyor. Araştırmasına da desteği çekiyor…

 Prof. Dr. Engin Umut Akaya neyin sorusun sormuş neyin hipotezini oluşturmuş? Dünyada en önemli ciddi harcamaları ve ölümleri geride bırakmış kanser hastalığı tedavisinde FOTODİNAMİK terapi konusunda yaptığı çalışmalar anlatılıyor.

 Fotodinamik kanser tedavisinde, kimyasal tedavi, ışın tedavisi ve cerrahi dışında, klinik potansiyeli olan bir tedavi biçimi olduğunu öğrendim. Neredeyse yepyeni bir umut ışığı; milyonlarca kanser hastası için; muhteşem bir tedavi yöntemi…

 Bu araştırmalar sorular sorarak, emekler harcanarak devam edecek; bundan hiç kimsenin şüphesi yok. Şüphemiz şudur; bu ülkede, ülkenin üniversitelerinde, bilim kuruluşlarında niçin sorular gerçeğe, bilime yakın sorulmuyor?

 Niçin yetersiziz? Niçin sürekli batının buluşlarına mahkûmuz? Niçin insanlığa bizler de yeni şeyler üretip bırakmıyoruz? Niçin hep kavga ve ölümden konuşuyoruz? Niçin üniversiteler lise düzeyine indi?

 Bir sürü soru; sormak cesaret işi; bol keseden atmak, tutmak ve ölü kahramanları davet etme işi değil elbet…


 Güven Serin 




Hiç yorum yok: