8 Eylül 2015 Salı

KAFESTEKİ SİNCAP


Kamera; Güven Karabatakların Diyarı

II.Abdülhamit Anıtı 1902 

Mimar; Vallaury

İnsanlar kafesteki sincap gibi oradan oraya çırpınırken
Bir taraftan da zamana yenik düşmemek adına yine,
zanaat, sanat ve estetiğe muhtaçlık; hepsi "gurur,güç,kalıcılık" 
adına...

Buradaki Karabatakların her yıl nesilden nesle yuva kurup
yavru büyütmeleri görülmeye,izlemeye ve anlaşılmaya
değer.

KAFESTEKİ SİNCAP

Düşünür ve yazar Der Jude Dergisinde bir hikaye okur. Okumadan önce derin bir oh çeker; kendini beğenmişlik nöbetlerinden kurtulduğu, küçük bir ara verdiği için…

 Dergi kafeste oradan oraya dönüp duran sincabı anlatır;

“ Kafeste bir sincap gibi! Devinimdeki mutluluk, darlıktaki umutsuzluk, diretmedeki kaçıklık, dıştaki huzur karşısında perişanlık duygusu… Bütün bunlar gerek bir arada, gerek nöbetleşe varlığını sürdürecek, hatta o kepaze son gelip çattığı zaman bile farklı olmayacak durum.”

 Özgürlüğü sadece yalnız, sorumsuz yaşama, sorumluluktan kaçma gibi görenlerin yaşadığı bıkkınlığı, dibe vurmayı anlatmaya gerek yok. Çevremizde bolca; mirasyedi, köşe dönücü mutsuz, derbeder budala dolu… Özgürlüğün irade ve sürekli öğrenip yenilenme ile birlikte dönüşüm olduğunu hiçbir okul öğretmiyor bugün. O yüzden, çırpınan göçler; oradan oraya savrulan insanlar ve insanlık…

 Suriyelileri ibretle izliyorum. Doğdukları yerden kaçışları ürkütücü bir hal almış durumda. Tıpkı kendi şehrimin köylerinin hızla şehirli olacağız diye varını yoğunu bırakıp, bugün uyar dünyanın tekrar dirilttiği organik yaşamlardan kaçıp, şehirlerin kenar mahallelerine, şehir ve beton yığınlarına teslim oluşunu; ibretsel bir sessizlik içinde bakıyorum.

 Ya da boşalan doğu, güney bölgelerimiz… Yığınlar içindeki batı bölgelerin emniyet, sosyal, kültürel çığlıkları; sanki sağırlar zamanı-çağı içine düşmüşüz; 21. yüzyıl bu çağın başlangıç zamanı gibi…

 Kafesteki sincabın çaresizliğini görüp kendimizi özgür hissetmenin yanlı tarafında esir olduğumuzu bilmemek; hazin bir insanlık ağıtını, pop kültürü gibi dinlemek; çaresizliğin, yetersizliğin TA KENDİSİ değil de nedir?

 Sınırlı sayıda çalışanın, kazanç kapısının, öğretinin, sorgulamanın olduğu, başarı ve zekânın “köşeyi dönme” dön de nasıl dönersen dön mantığıyla neredeyse tüm ömür boyunca “HEMŞERİ” ve TANIDIK” arama peşinde koştuğumuz güya adına özgürlük, kent yaşamı dediğimiz insanlık biçimlenmeleri…

 Ne Suriyelilere, ne çok hızla göç eden köylülere, ne de doğudan, doğdukları bin yıllık medeniyet zenginliklerinden kaçan insanlara üzülelim. Çaresiz üzülmeleri hiçbir şeye yaramıyor. İlk önce kendimizi sincaba benzeyen durumumuzu kurtarmamız gerekiyor…

 Düşünürün kafesteki sincap hikâyesi bir toplumun kurtuluşu kadar önemli olsa da, toplum bireylerden oluştuğunu düşünürsek; kendimizi, yani “ben” kurtarmalı bakarken sincabın çırpınışlarına.

 Darlığın umutsuzluğu, direnmenin kaçıklığı yaşanırken toplumun sağlıklı oluşu Y ve Z Kuşaklarının merhameti, şefkati, vefası ve uluslar arası başarısı beklenir mi? Düşünmeli tıpkı sincap gibi; devinimin mutluluğunu içerken; sadece rakı bardağını kaldırıp “şerefe” , ‘yarasın” demeyi ezbere bilirken; çay, su, kahve bardaklarının kıymetini bilememek; devinimin çırpınışları, umutsuzluğu ve çaresizliği içinde var olduğumuzu sanmak; varlık adına ne büyük yanılgı dostlarım…

Güven Serin 


Hiç yorum yok: