15 Ağustos 2015 Cumartesi

MOR BÜYÜ


Kamera; Güven Erguvanlar;bir yaz yeli gibi gelir geçerler


MOR BÜYÜ

  Bu renk için “ışının maddeyle dansı” ifadesi kullanılır. Doğada az bulunan mor rengi lavanta çiçeğini hatırlatır bana. Ardından erguvanları, sümbülleri…

  Birkaç gün önce gördüğüm gazete haberi; Lavanta Kokulu Hasat başlığını atmıştı. En çok lavanta hasadının yapıldığı Isparta Kuyucak Köyü yeterince olgunlaşan lavanta çiçeklerini toplamaya başlamışlar.

 Sabundan, kolonyaya ve parfüme, şifa niyetine içilecek çaya, banyo sularına kadar neredeyse her alanda kullanılan mor büyü; belki de insana doğanın en güzel hediyelerinden sadece birisi. Bütün kavramlar insan eliyle, etkisiyle ve hissiyatıyla şekillenip anlam kazanıyor.

  Mor rengi erkeği temsil eden mavi, kadını temsil eden kırmızının karışımıyla elde ediliyor. Yani, erkek ile kadının eşitliğinden; iki yarımın bir bütün oluşturmasından da söz edebiliriz.

 Mitolojide ise Âdem’in ilk eşi; Havva’dan önceki eşi, onunla aynı çamurdan yapıldığına inanılan Lilith’in teninin rengi olarak biliniyor. Bu mor renge sahip kadının eşitlik iddiasında bulunan ilk insan olduğuna inanılır. Kendisine adanmış bir şekilde hizmet etmesini isteyen Âdem’e eşit olduklarını hatırlatan Lilith, karşı koyar. Ve kendisine sunulan cenneti reddeder. Tanrının söylenmemesi gereken adını ağzına aldığı için; o günden sonra kötü bir kadın olarak değerlendirilir.

 İnsan eşitsizliğinin temeli efsanelerde bile adil bir adalet üzerine kurulmadığı anlaşılıyor. Mor tenli Lilith bugünün modern kadınının yaptığı şeyi yapıyor; insan olarak anlaşılmak istiyor; tıpkı erkeğin istediği gibi…

 Lavanta’nın mitolojide bir başka hikâyesi daha vardır. Artemis ile birlikte anılmakta. Artemis’in doğumundan itibaren onun kutsal bitkisi olarak bilinmekte. Tanrıça lavanta yağılarını başından aşağıya; tüm bedenine sürermiş.

 Okçuluk ve avcılık tanrıçası olan Artemis Olimpos’ta yaşarmış. Mor büyünün mitolojik yolculuğu böyle! Tanrıça Artemis’ten Âdem’e kadar uzanan hikâyeler. Bugünkü hikâyesi ise oldukça gerçek… Yüzlerce dönüm tarlada ekimleri yapılıyor. Temmuz ayı içerisinde olgunlaşan lavanta çiçekleri Ağustosta toplanıp kurutuluyor. Sonra eleklerden geçirilip satılıyor.

 Lavanta doğada az bulunan bir renge sahip. Mavi ile kırmızının bir araya gelmesiyle mor renge; lavanta rengine kavuşa biliriz. Gururun, gösterişin, farklılığın rengi… Elbette, gururu, akılla, edebiyatla, sanatla ve lavantanın büyülü kokusuyla yoğurup mayalamak bizim elimizde…

 Lavanta diyarı Isparta Kuyucak Köyü, aynı zamanda uygarlıkların da yeşerdiği, yüzyıllar ötesine kök saldığı yerlerimizden sadece birisidir. Üç Bin antik kentin olduğu neredeyse uygarlık mezarlığı taşkınlığı yaşayan Anadolu, aynı zamanda bitmeyen kavgaların, anlaşılmayan insan kültürlerin bin bir çeşide karışıp, her yıkım, her yangın sonunda küllerinden doğumların yaşandığı yerlerdir.

 Üstünlük arayışı kadın ile erkeğin ilk anında beri var. İnsanlığın yayılması, kendi kültürlerini yaratırken, diğer kültürleri benimseyip benimsememesi iki şeyi çıkarıyor ortaya. Barışı veya savaşı…

 Aklın, felsefenin gerçek kavuşumu politikayı doğurur elbet. Siyaset bilimdir aynı zamanda. Ölçüsü, nizamı, istikrarı, nezaketi ve anlaşırlığı olmalı.

 Aynı zamanda lavanta çiçeği de; o mor büyü de, nezaketi, istikrarı, aklın beden eliyle emeğini sever. O zaman, sabun, kolonya, parfüm ve şifaya dönüşen içecek olur. Tıpkı, bu coğrafyada yaşayan insanların, aklı, insafı, şefkati, merhameti hiçbir zaman bırakmaması gibi…

 Güven Serin 






2 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Lavanta ve mora olan hayranlığım, pastoral dünyamın en büyülü uzantılarından biridir. Doğadaki renklere düşkünümdür. Lavantanın kokusu, rengi harika anlatımınızla daha bir anlamlı ve güzel geldi bu sabah. Sahi bu okunası(hissedilesi) yazılarınızı neden bir kitapta toplamıyorsunuz?

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkür ederim Begonvilli Ev;renklerin gösterisi,yaydıkları koku;çiçeklerin var oluşumuza, değerli kavramlara katkılarına;cennetsel yaşam alanlarına;minnet ile selam ediyorum. Bir kitap; evet; kulağa hoş geliyor ama sanki daha çok sonra...