19 Ağustos 2015 Çarşamba

GENÇLER SIRLARIYLA ÖLÜYORLAR


Kamera; Güven - Ganoslar


GENÇLER SIRLARIYLA ÖLÜYORLAR

Psikeart Dergisinin Mayıs Haziran sayısı “Sır” ismiyle çıktı. İnsanın, belki de hiçbir zaman tam olarak çözülemeyecek, ama bilim insanlarının en çok merak ettikleri beyin nöronlarında sakladığı sırlar…

 Her insanın sırları var; belki beyninin en kuytu köşesinde, belki en işlek yerinde; kim bilir…

  İstanbul’da yaşayan arkadaşımla konuşurken özgün olduğunu fark ettim. Nedenini sorduğumda bir arkadaşının sevgilisi Eczacılık Fakültesi bir kız öğrence intihar etmiş. 10. kattan aşağı bırakmış zarif bedenini… Oysa daha olgunlaşacaktı; düşünce, algı ve dil yönünden… Beynin koridorlarına öğretilerin, sezginin ve marifetin yardımıyla nice eklentiler yapacak; insanoğlunun evrenin çocuğu olduğunu, değişim ve dönüşüme ihtiyacı olduğunu ispatlayacaktı.

 Daha 18-19 yaşlarında yaşamın tam da başlangıç noktasında olan bir gen kız niçin en pahalı, en nadide şey olan yaşama son versin? Toplum Bilimciler bu konuda ne diyor? Üniversiteler intihar olaylarını nasıl değerlendiriyor? Ya, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yedirmem diyenler, halkını oy deposu gören politikacılar?

 “ Görülecek bir şey kalmadı” diyerek yaşamın dizelerinden kaçan adeta genç yaşta (19 yaşında) yaşama küsen Arthur Rimbuad da tam olarak anlaşılmadı. Tıpkı, ölüm kayıtlarına geçecek Eczacılık Fakültesi kız öğrenci gibi…

 İntiharlara bir neden bulmak işin en kolayı! Ekonomik dersiniz. Sevda dersiniz. Depresyon der öte geçersiniz. İntihar eden Eczacılık Fakültesi öğrencisi gibi her intihar, geride sırlar bırakır. Hiçbir zaman tam olarak aydınlatılamayacak, hep gölgede kalacak sırlar… 

 Dinler intiharı yasaklasa, günahla perde koysa da önlenemez hızla bir hastalık gibi sarıyor toplumları. Belki de toplumların sıkışması, insanın insandan ve doğadan uzak kalmasının sancısı; ilk belirtileri, kalanlara bir işaret, bir yön çizme “kendinize gelin” uyarısıdır…

  Roma İmparatoru Marcus Aurelius yüzyıllar ötesinden ses ve soluk verir; “ Kim ister ki bile bile hakikatten perdelenmiş olmayı?” Kimse istemez görünse de hakikat henüz kendi çağını başlatmadı. Büyük insan toplukları, küçük toplulukların kölesi haline geldiği gün gibi ortada…

 Tanya Çelebi’nin makalesinde küçük bir hikâye anlatıyor;

“ Antakya’da yaşamış olan Altın Ağızlı Yuhanna ne güzel de söylemiş; ‘ Ey anne babalar, çocuklar için servet biriktirdiğinizi söylerken, onlara da servet biriktirmeyi öğrettiğinizin farkında mısınız? Oysa bir an için onların gözlerine bakacak olsanız, gerçekten niye ihtiyaç duyduklarını bilebilirdiniz! “

 Bu hikâye, geçmişte kalmış ölü bir hikâye değil dostlarım. Yaşama ait, bugüne; bu ana ait bir hikâye. En büyük servetimiz yaşamımız. Hayatımız… Bizim hayatımızı etkileyen ve ona yepyeni hayatlar katar şey ise çocuklarımız. Onları demirden, çelikten kalıpların, korkunç çarkların arasına sadece bara, ün, şan, unvan kazanmak için atmadan önce gözlerine iyi bakın; bırakın çocukluklarını, gençliklerini yaşasınlar; hatalar yaparak, kayıplar verdirerek; düşmeyi, kalkmayı çocukken öğrensinler…

 Tanya Çelebi makalesinde bir de Kürt efsanesinden söz ediyor;

“ Yol bitmez; yolcu yürüdükçe anlam kazanır.
Ey kalbim deyince
Göl susuyor…
Ölüm tülden bir sevgili gibi uzanıyor
Ve yolcu diyor;
Akıp giden her şey ölüme benzemiyor mu?

Yanıt yoksa yol uzar
Yol uzadıkça, bir kör gelir ve karanlıkta ayna satar
Kimsenin kendini görmediği zamanlarda
Aynaya bakarak insanlara seslenir;
Ey kendini görüp kendinden başkasını görmeyen
Tutsak aldığın zamanı bırak ve gör artık…

  Ne de olsa aynada görebildiğimiz, sonsuzluğa doğru akıp giden zamanın içindeki bir anlık görüntü değil midir? “


 Güven Serin 

Hiç yorum yok: