23 Temmuz 2015 Perşembe

GOETHE TEKİRDAĞLI OLSAYDI


Kamera; Güven  Ganoslar-Tekirdağ

GOETHE TEKİRDAĞLI OLSAYDI!

 Goethe neredeyse bir yüzyıla yaklaşan hareketli, dingin ve edebiyat dolu yaşamının bir sürecinde seslenir;

 “ Babamdan dış görünüşümü ve hayatı ciddi sürdürmeyi, anacağımdan şen tabiatımı ve hayal kurma zevkimi aldım.”

 Goethe neredeyse tüm yaşamını ana ve babasının ona bağışladığı genetik ve yaşam felsefesini ileriye; daha ileriye taşıyarak; son ana kadar hareketin; yani yaşamın, sevginin, üretimin içinde kalarak insanlık tarihine; dünya edebiyatına büyük bir armağan olarak bırakmıştır.

 Sevmeye, sevişmeye, diğer ülke insanlarıyla, sarmaş dolaş olmayı öncelik saymış Goetho Tekirdağlı olsaydı şehrim için ne değişirdi? Namık Kemal’in başına gelenler onun da başına gelirdi. Birkaç yere heykeli dikilir, birkaç okula ismi verilir; şehrimin ılımlı, barışçıl insanının solmuş, meraktan arınmış yorgun bakışları arasında sıradanlaştırılırdı.

 Batı şehri olmanın uygar ölçülerini zorlamaktan korkan şehir insanım; bulunduğu coğrafyanın, üzerinde yaşadığı bu güzel yerin mucizevî gizemlerini bir türlü görme ustalığına kavuşamamıştır. Bitip tükenmeyen guru bakışlar, söylemler ve köy ağalığı algısı; bir türlü entelektüelliğe erişememek; şehrinin öncüsü olmaktan korkan, kenar mahallelerin çoğalmasını kınamayan ama barışçıl, değişime hazır; fakat o değişimin esas gücü kendinde olduğunu bir türlü görmeyen Tekirdağlı felsefesi…

 Goethe ısrarla şunu savunuyor; “ Kendi hayatının mimarı olmak! Hayatı esere benzer görmek… “

 Şehir insanıma, hatta ülke insanlarımıza yakından baktığımızda; ne büyük zenginliklere sahip oldukları halde; edebiyattan, felsefeden yoksun kalınca nasıl bir kısırlık içinde patinaj yaptıklarını görüp üzülüyorum. Halen, gezmeyen, görmeyen denizin, dağların, ülkelerin kıyısında olup da burayı tüm dünyaya açma becerisi gösteremeyen ülkemin şehir insanlarıyız…

 Geçen zamana üzülmekle neleri kaybettiğimizi bir anlasak! Hâlbuki zamanı durdurmak, hüzünleri, yoklukları, kırılganlıkları bile geçen zamandan geriye almak; yine zengin düşüncenin, edebiyatın sonsuz düşleri içinde gerçeğe yakın olan sanatın gizeminde ruhumuza yakın olduğumuz kadar yakın olan yerdedir.

 Bir gezgin; “ insanın gittiği yerdedir cennet” demişti gözleri ışıl ışıl parlarken…

 Tabiatın, yaratıcının insanlığa serptiği insanlar oldukça nadidedir. Tıpkı nadide olan çiçek, ağaç ve hayvanlar gibi. Onları, onların değerlerini, içlerinde ki taşan güzellikleri ortaya çıkartmak için şairin titizliği, ressamın zarifliği, bilim insanının sabrı gereklidir.

 Bu sabır “yarınımız” dediğimiz gençliğe daha ana sınıfında, hatta kreşlerde başlayan öğretilerle doğmaya başlar. Hiçbir ülke sadece politikacılarıyla kalkınamaz. Sanatçıları, bilim insanlarıyla ülkelerin kaderi, dünyanın kaderiyle birleşir. Dünyalı olmanın büyük erdemi, hiçbir duygu onunla boy ölçüşemez…

 Kavgayı, bulunduğu yeri bataklığa çeviren şehirler şehir olmanın keyfini, huzurunu süremez. Ülkeler de öyle… Kalıcılık, istikrar politikacıların siyaset sanatını, siyaset bilimiyle yoğurarak ortaya çıkar.

  Sanatı, bilimi özgür bıraktıkları zaman; Namık Kemal ve diğer şairlerimiz heykel olmaktan kurtulur; yön veren felsefeye dönüşür.

 Tıpkı Goethe’nin 80 yıl boyunca tutunduğu sanat anlayışını dünya edebiyatıyla birleştirip, insanlığa büyük bir miras bırakması gibi; aradan geçin 266 yıl sonra bile sevginin, sevmenin, yaşam titizliğinin, heyecanının taptaze kaldığını görmemiz gibi…

 Goethe sanatçı bakışını şöyle ifade eder;

“ Şairin titizliği, aslında biçime ilişkindir, ona malzemeyi dünya zaten bol bol vermektedir; öz ise onun iç varlığından kendiliğinden kaynaklanır; her ikisi de bilinçsizce birleşir, öyle ki sonunda zenginlik aslında hangisine aittir bilinmez.”


 Güven Serin 

 









2 yorum:

Esin Bozdemir dedi ki...

Goethe'nin hayat felsefesinden yola çıkarak...ne güzel yazmış ve yorumlaşmışsın 'Tekirdağ'lı olabilmek'i Sevgili Güven. Sorun senin de altını çizdiğin ve Goethe'nin de ısrarla savunduğu gibi; “ Kendi hayatının mimarı olabilmek/te! Hayatı esere benzer görebilmek/te… “ Önce kendi bakış açımız!.onu görebilmemiz gerek. Nedir? Onu geliştirebilmemiz, arındırabilmemiz gerek. Ve bu bakış açısıyla, aydınlık iç görü ile yaşamına / yaşama değer katmak gerek!. Sürekli birilerinden bir şeyler bekliyoruz. Kendisine bir faydası olmayan insanın çevresine verebileceği ne olabilir ki!. Toplum, önce bireylerin adım atması ile hamleyi yapar, sonra birlikten kuvvet doğar..ve birlikte ayağa kalkabilir ancak!.Bu koskoca evren, öylesine zengin ve öylesine bereketli ki!.. hepimize yeter!..yeter ki sevgiyi ekelim, sevgiyi büyütelim içimizde!..o zaman ne ağaçlar sökülür yerinden, ne dağlar, taşlar talan edilir!.. bir arınabilsek ihtiraslarımızdan.. bir farkına varabilsek, en büyük zenginlik sadeliktir, doğallıktır!..ihtiraslar, doyumsuzluklar tüketir dokunduğu her yeri!. çöle çevirir..Oysa sevgi çoğaltır, sevgi, koparmaya kıyamaz!.. Çünkü bilir kâinat, zaten en büyük sanat eseridir!..

Teşekkür ederim bu güzel yazı adına Sevgili Güven.. ortak olduğum düşüncelerin ilham verdi bana da :) 'yazımın son cümlesi devrik bir cümle oldu ama :)) doğaçlama olsun bu da, böyle kalsın istedim ;) esen kal, sevgiyle kal... tükenmesin kalemin :)

GÜVEN SERİN dedi ki...


Tılsımlı bir sözcük gibi Esin; "sevgi çoğaltır" Bugün öğretilse yeni doğanlara;çoğalan cennetler baş döndürür. Ben de devrik cümle zanaatini yaptım. Şiirsel bir şey;kelimeler,sözcükler evren gibi;ara tonları,onlarla çocuk gibi oynamayı yine düşlere tutunmuş çocuklar yapar. Teşekkür ederim;tükenmesin düşünsel,öğretisel heyecanımız;sevgi üretecek imbiğimiz hiç tükenmesin...