19 Mayıs 2015 Salı

GİTMEK KALDI YİNE BİZE


Kamera; Güven  Ganos Diyarı...


Kamera; Güven Ganoslardan Marmara'ya
doğa hikayelerine bakış...


Kamera; Güven Ganoslar

Yunus Usta ve Erdem;her sosyal hayata,her yaşam
evine lazım olan arkadaşlardan..

Kamera; Güven  Ganoslar
Ardıç Ağacı;ardın ağacı, ardıç kuşu,önünüzde eğiliyorum...


Kamera; Güven  Ganoslar

Dinlence,gönüllü yorgunluğa iyi gelir;doymadığınız
kokular,insan ile doğa arasındaki sentez;size,
bir şey fısıldar...


Kamera; Güven  Ganoslar;tepeden tepeye tırmanış...


Kamera; Güven   Ganoslar

Döngü sadece seyirlik değildir;anlamak,kendimize
giden dehlizlere korkmadan girmek...


Kamera, Güven   Kamptan kalan taze çayın
yol ve deniz keyfi;yakışır size çocuklar...


Kamera; Erdem   

Sürüsünün başında özgürce duran Özgür. tatil nedeniyle
okul yok. O da babasını dinlendirmiş;sürüsünün başında
dimdik ve inanmış doğanın içselliğiyle beslenmeye..


GİTMEK KALDI YİNE BİZE

  Makalemin başlığını üçüncü kitabını çıkartan şair Öksel Demir’in Tanığı Hüzündür Sonbaharın isimli eseri, o çalışmaya dâhil olan, Hora Feneri şiiri esin kaynağı olmuştur.

  Hora Feneri ozanın o kadar içine işlemiş ve onunla öyle bir özdeşmiş ki “dostum” diyecek kadar samimi haykırışını, eserinin tanıtım bölümüne düşmüştür.

 Hora Tekirdağ ile Şarköy arasında, Hoşköy sınırları içinde 154. yaşına giren deniz feneridir. Deniz fenerlerinin hikâyeleri insanla başlar; insanla devam eder. Hep aynı ailenin beklediği bu fener; kim bilir neler anlatır bir dokunsak…

 Denizciler için oldukça büyük öneme sahipti; teknolojinin insan eliyle insana ait gelişimleri kaydetmediği zamanlar. Yine de ışığını çakmaya, puslu, zorlu gecelerde deniz ile kara arasında yol göstermeye, yolcu etmeye devam ediyor…

 Ozanın söylediği gibi “ bir hüznün simgesi ve yalnızlığı dokur.”

 Hüzün, yalnızlık insana özgü, insanın kendi ruh âlemi, sosyal gelişimi, tercihleri, zorlu dehlizler ile başa edebilme ile edememe arasındaki o muazzam dengenin kendisinde gizlidir. Kişinin ruhsal dengesi, geri bildirimleri sağlıklıysa; yaşam yolculuğunda bitmek tükenmek bilmeyen öğretilerin peşinde hem akıl, hem de sevgiyle koşuyorsa; yalnızlık, her daim onarım, üretim için kısa süreliğine olur. Çünkü insanın insana muhtaçlığı kaçınılmaz bir mecburiyet içindedir.

 Böyle bir yolculuk içinde Hora Fenerine karşıdan bakan Ganos Dağlarının tepelerine yolculuk yaptık. Bildik dostlarım; Yunus Usta ve Erdem… Gezi gurubumuzun küçüklüğü, hızlı karar alma ve ekstrem yürüyüşlerde çok etkili oluyor. Görüp de çıkmadığımız o kadar çok yamaç, tepe var ki; ancak yüksek heyecan, merak ve kararlılık içindeyseniz bu bilinmez vadilerin, uçurumların kenarında dolaşır; adaçayı, katırtırnağı aromalarıyla sarhoş olup da, yaşamın iksiri olarak kabul eylersiniz…

 Ganos Dağlarının üzerinde gün yeni ışıldıyordu. Günden denize uzanan ışık eli; sevgililerin eli gibi gül, adaçayı, ıhlamur, kekik, karanfil kokuyordu. Bahar, uyanışın ferah kokularıyla şenlik yapıldığını anlatıyordu. Şenliğin böcekleri, kuşları çoktan kendi işlerine koyulmuş; yuvalar kurulmuş; bebekler için yumurtalar ısıtılmakta; özenle korunmaktalar.

 Yunus Usta’nın gözleri güne merhaba diyen güneşin gözleri gibiydi. Üretmeyi öğrenmişti; belki de doğar doğmaz; var oluş için, tüketmekten çok üretmenin sularıyla Yeniköy’ün taş mekanları arasında mimariye, zarafete, çıraklığa, ustalığa adanmıştır.

 Erdem, gezinin hakkını, dağlara aşkın karşılığını her daim vermeye hazır bir nüktedanlıkla gezinin vazgeçilmez katılımcılarındandır. Doğanın evcilleştirilemezliği, paraya itibar etmeyişi, takdire muhtaç olmayışı; o kadar cazip, öyle çekicidir ki; içinizde ki bütün sevgi kanalları ağır ağır açılmaya başlar.

 Yeniköy; günle birlikte uyanıyor. Bu uyanış köy uyanışı olmaktan çoktan çıkmış. Turizmi, kurtarıcı insanları köhne evleriyle; zamanın içinden çıkıp gelen yaşlı bir bilge duruşuyla bekliyor. Uçmakdere biraz daha insan sesleri, kokularıyla uyanmış. Kahveci İbrahim çayını çoktan yapmış. Her zaman ki gibi; günün kahvaltısı vadinin içinde gizli, esik bir Rum Köyü olan Uçmakdere de yapıldı.

 Bölgeye katkı verecek en önemli şey turizm ve kaybettiğimiz, yok ettiğimiz bağ-bahçecilik olacaktır. Burası Likya Yolu kadar önemli; Şirince kadar, Ürgüp kadar turizmin gözbebeği olacak; kendine has özellikleri olan güvenli, huzurlu, sıra dışı bir yerdir.

 Bu sıra dışılık içinde Platon Derenin içinden güneybatı yamaçlara tırmanışa geçtik. Doğa güzellik için yarışıyor. Katırtırnakları sarı rengi kutsamışçasına neredeyse her yere taht kurmuş, sarının ve sabaha yakışan sabunsu kokularıyla adaçaylarına destek veriyor. Öyle bir koku ki, tırmandıkça denizden gelen hafif esintiyle mayalandı ve gök kubbenin şahitlik yaptığı yeryüzüne yayıldı.

 Bu yamaçlara, adaçayı, katırtırnağı, çınarlar, bağlar yakışıyor. Çünkü bu bitkiler, meyveler buranın evladı olmuş çoktan…

 Bastığımız her karış, yepyeni bir dünya gibi heyecanlandırdı bizi. Adaçayı, katırtırnağı, ardıç, çınar, çok eskiden kalma ve oldukça sağlam patika, dokunduğunda yeraltının serinliğini yerüstüne akıtan ve hiç durmadan akan çeşme ozanın dostu olan Hora feneri gibi dostça kendi varlıklarını belli ettiler.

 Doğaya bir parça ilgi gösterildiğinde hiçbir şeyin fazla ve gereksiz olmadığını görüyor insan. Bir ağacın gölgesi kadar Ardın Ağacının gür çalılığı gereklidir; Erozyon için, kuşları, tavşanları, böcekleri kuzey rüzgârından korumak için…

 Ganos Tepelerine tırmanmak gönüllü bir yorgunluktur. Gelinciklere, papatyalara, adaçayları, ardıçlara karşı dinlenmek; sağ tarafında Hora Fenerine bakarak; önümüzde Marmara Denizini bir derya, bir ışık gösterisi içinde izlerken şairimiz Öksel Demir’in Hora Fenerini okumak; beslenme molasında bir yudum çay, sohbet kadar coşku vericiydi;

Gitmek kaldı yine bize/bir denizi, bir denize taşımak/ bir kenti bir kente… / gün yangını vurdu teknemize/ yağmur altında bütün sonbahar rıhtımları…/ gitmek kaldı yine bize/ serin, esmer sulara düşmek…”


 Güven Serin 














Hiç yorum yok: