8 Nisan 2015 Çarşamba

SIRTIMIZDA ZIRHIMIZLA ÖLELİM


Kamera; Güven  Eski Liman-Tekirdağ

Şeftali Ağacı;nasıl da alımlı...


SIRTIMIZDA ZIRHIMIZLA ÖLELİM

Horold Bloom Batı Kanonu eserinde çağlar ötesine uzanan iki değeri karşılaştırıyor. Shakespeare ve Freud. Bu karşılaştırma içinde sona yaklaşıldığında yaz meyvesi olgunlaşıyor;

“ Freud gerçekten de zırhı ile öldü. Son ana kadar düşünmeyi ve yazmayı bırakmadı.” Tespitinde bulunuyor Bloom. Sırtındaki zırh ise Shakespeare’nin bir şiirinden yankılanıyor, onu önemseyen, yolculuğa çıkmış nice yoldaşa;

Güneşte yorulmaya başladım
Dünyanın düzeni şimdi bozulsun istiyorum
Alarm zilleri çalsın! Rüzgâr essin indirsin üstümüze,
En azından sırtımızdaki zırhlarımızla ölelim

 Shakespeare bu yüzden ölümsüzler kervanına katılmış; bu yüzden zamanın o muazzam dişlileri onu öldüremez. Her daim bir kale, bir itenek, sevda olarak belirir içimizde. Dayanağımız, yârimiz, yaşam felsefemiz olur da farkına varmayız…

 Freud sırtındaki zırha bürünmek için kim bilir kaç ömür iç içe yaşadı! Hangi mum ışıklarında diriltti sabahı, ölüm kokan; dinlence fışkıran gecenin içinden bilinmez…

  Bloom ince bir oya işçiliği albenisiyle donattığı irdelemesine devam ediyor;

“ Freud, Shakespeare’nin bıraktığı dalgalarda yol alır. O, daima Shakespeare’nin kendinden önce var olduğunu keşfetmiştir ve bu aşağılayıcı hakikatle yüzleşmeyi göze alamamıştır.

  Shakespeare, estetik özgürlüğün ve özgünlüğün ilahlaştırılmasıdır. Freud, Shakespeare hakkında endişeliydi çünkü endişeyi ondan öğrenmişti, aynen duygu çelişmesini, narsisizmi ve bencillikteki bölünmeyi ondan öğrendiği gibi. Emerson, Shakesperae hakkında daha özgür ve daha özgündü çünkü o, Shakespeare’den vahşiliği ve tuhaflığı öğrenmiştir. O yüzden burada, Freud’un değil de aynı ölçüde kanonsal olan Emerson’un son sözü söylemesi uygundur;

‘Günümüzde edebiyat, felsefe ve düşünce Shakesperaeleşmiştir. Onun zihni şu anda ötesini görmediğimiz ufuk çizgisidir’ “

 Gördüğünüz gibi Shakespeare sadece şiir değil! Düşünce, felsefedir aynı zamanda… Her insanın yaşama bakışı bir parça böyle olması gerekmez mi? Sadece parayı, unvanı, yoksulluğu, futbolu, müziği, şiiri sevmek yeter mi?

 İyi insanın yolculuğu bu kanonsal yüceliğin dağlarından, ormanlarından, vadilerinden, ovalarından;hatta karanlık mağaralardan geçer…

 Bu düşünceler içinde yoğrulurken kendi estetik kanonsal arayışını yapmaya çalışan müzisyen Harun Tekin’in (Mor ve Ötesi Grubu) çalışmasından örnekleri vermeyi insani borç içinde paylaşıyorum;

“ Yalnız kendimizi kandırmayalım, kibir kimseye mahsus değil. Zehir gibi zeki, çelik gibi sağlam devrimci, Messi kadar yetenekli olanlarımız da bazen çok kibirli!

  Sanatçıyı aşağı görmek, onun kıymetini sana yakın olduğu için ölçüde bilmek, sinirini bozan bir şey yapar. İyi filmin, iyi müziğin, iyi müzisyenin değerini gündeme, şartlara, onun duruşunun bizimkine olan mesafesine göre tarif etmeye göre eğilimliyiz! Buna bir son vermemiz gerek!

  Kimse bağıra bağıra İstanbul Türkçesiyle şiir okuyor diye tiyatronun dev ismi olmuyor. Orhan Pamuk ve Murat Menteş ne yaparlarsa yapsınlar uzaya gönderilecek 10 Türkçe romana birer kitapları giriyor ki her iki si de göze aldıkları yalnızlıkla fikirlerinden bağımsız saygıyı hak ediyor.

  Büyük şarkı yazarı Sezen Aksu bir dönem ‘bizce’ çok yanıldı diye asla Fazıl Say’dan değersiz olmadığı gibi, Atilla ilhan’ın şiirinin derinliği son yıllarda nükleer enerjiyi destekledi diye yok olmuyor, keşke öyle yapmasaydı, ayrı! Ve Turgut Uyar, zamanında toplumsal gerçeklikten uzak, bohem, anlaşılmaz olmakla, eleştirilmişti diye 2013 Haziranını en iyi anlatan şair olma vasfını kaybetmiyor.”

Velhasıl dostlarım sırtımızda zırhımızla ölmenin erdemini bilelim; son ana kadar, okumak, düşünmek, yazmak… Büyük gürültülerden esas olanı, o değerli ayrıntıları ancak öyle arayıp bulabilir insan… 

 Güven Serin 

   

 


2 yorum:

MAVİ dedi ki...


Sevgili Dostum;
İnsanları yargılarken, yaşama ve içindekilerine, ne kadar uzak ve ne kadar benciliz.
Sanat, sadece kişi ve kişilerin tekelinde değildir. Uçsuz bucaksız kuşanır sonsuzluğu, içinde enginliği barındırdığı sürece de zırhlarımız olacak sevgiyle... Hep konuşuruz ya ''Okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın'' Ne güzel irdelemişsin, sanatı var eden ve sonsuz kılan okumak, düşünme,anlamak, yazmak ve bütün bunları sevgiyle taçlandırmak.
Kişilikleriyle farkındalık yaratanlar bu dünyaya dokunarak, sırtlarında ki zırhlarıyla sonsuzluğa giderler...Teşekkür ederim, sevgilerimle...

GÜVEN SERİN dedi ki...


Yaşamın her evresi güzel,değerli ve anlamlı sevgili dost. Esas olan şey,insanın bu evrelerin değerini, bilecek değere sahip olması. İnsan denen muhteşem organizma şaşma,şaşırma,körleşme,duyularının çoğunu yitirme sürecide çoğu zaman yenilgiye uğrar. Çığlıklar,puslu hava o kadar etkilidir ki bunun farkında bile değildir "ben bilirim" sancısıyla sürekli kendini kemiren insan... Sanılır ki düşünce sadece filozoflara ait. Zarafet, sadece sanatın, sanatçının işidir. Halbuki bu evrensel şeyler; tüm insanlığa sunulan en değerli zenginliklerdir. Düşünen insanın yolculuğu,arayışı,dinlemeye,konuşmaya,üretime açık oluşu bu yüzdendir;açlığı tokluk ile dengede tutup,öğrendikçe bilmediğin farkına varır;bilmemek onu daha bir insan yapar;bütün kavramlarla eğlenecek, bütün olaylar karşısından merhameti,şefkati bırakmayacak bir insan...