13 Nisan 2015 Pazartesi

OKUMA GÜNCESİ


İstanbul Moda 

Selçuk Öğretmenle Saint joseph Sergisinde (Yaşayan Anılar)


OKUMA GÜNCESİ

  669 sayfalık kitap Aziz Nesin’in ölümünün üzerinden yıllar sonra yayımlandı. 2014 Yılı Nesin Vakfı tarafından bir ders kitabı niteliğinde; aynaya bakmaktan, kendi sesimizi duymaktan ve asıl olan eleştiriyi anlayıp, edebi eleştiriye açık olmanın yüksek erdemini anlayıp içselleştireceğiniz bir kitap.

 Aziz Nesin’in akıl, demokrasi, aydınlık adına yaptığı çıkışları, edebi eleştiri altında sakınarak not aldığını, ince ruhunun derinliklerinde gizlenen insancıl bakışın ölümünden sonra, özellikle bu zamanlara bırakılmış olduğunun sakıncalarını bulacaksınız bu eserde.

  Nesin’in değer verdiği dostlarının ona okuması, değerlendirmesi için yollanan, hikâye, şiir kitaplarını değerlendirirken, bilgi, görgü, tecrübe içinde olan bir insanın yaşadığı büyük sancıları, gerçek ile gerçek dışı duyduğu ıstırabı gördüm…

  Kitabın 516. sayfasında Nesin’in çok sevdiği Yüksel Pazarkaya’dan gelen şiir kitabı üzerine Nesin, edebiyat dünyasına ders niteliğinde şu notları düşüyor;

 “ 24 Ağustos 1990 Cuma günü Dereboyu’ndaki evde okdum. Sevdiğim insanlar iyi yazmıyor, iyi yazanların çoğu da iyi insan değil… Yüksel niçin bu denli kötü yazar? Dayanılmaz kötülükte şiir diye yazdıkları… Çok kuru, kupkuru. Salt beyniyle yazılan şiirlere örnek. Sanıldığının tersine dil ustalığı da yok;

Biberi sarı yeşil iriledi/Patates, sabırla toprağın yüzüne genledi/Mutluluk hüznü çizgileriyle hareledi. “

 Deneyimli yazar; tarihe, edibi dünyaya miras olarak bıraktığı bu düşünceleri, bir başka düşüncenin içine girmeme neden oluyor.

 Acaba iyi yazıp da Nesin’in dediği gibi kötü insan olunca; kötü insanın iyi yazınını kendi süzgecimizden geçiremeyecek kadar duygusal, koşullu bir insanlar topluluğu muyuz? Öyle görünüyor. Bir insan kötü yazsa da, iyi insansa; onu kırmamak adına kim bilir ne katlanışlara, ne görmezliklere, duymazlıklara iyi olma adına sessiz kalıyoruz.

 Bir de Nesin’in Pazarkaya için söylediği söz; “ salt beyni” ile yazılan yazıların şiirselliği, yani şiir ruhu ortaya çıkmıyor mu? Duygu, yaşanmışlık veya sanatçının o derin hissedişi yoksa şiirin tadı eksim mi kalıyor? Bence öyle; düşününce, duygu olmayan hiçbir şeyin bu anlamda edebi bir önemi, derinliği, gizemi olmuyor; olamıyor…

 Nesin çok sevdiği arkadaşının şiir kitabını sonuna kadar okuyor. Nesin’in özelliklerinden birisi de bu; ona yollanan kitapları sonuna kadar okuyor. Bazen üflüyor, püflüyor zamanının çok değerli olduğunu, sırada okuması gereken kitaplar olduğunu bilse de onca emeğin bir anlamı, önemi olmalıdır düşüncesini hiçbir zaman hoyrat bir şekilde bir kenara atmıyor.

 Pazarkaya’nın gurbet acılarını, sıla özlemini inandırıcı bulmuyor. İnandırıcılığını yitirmiş bir sürü yürüyüş, sesleniş, haykırış bulabilirsiniz bu toplumda. Hem de tazeliklerini şu an bile koruyan görüntüler; gösteriler… Ahlaktan, haktan, adaletten söz edenlerin sloganlarına, kendi aralarındaki konuşmalarına bakınca tüyleriniz diken diken olur. Çünkü o sözcüklerin beden yapıları, bedenlerini yöneten beyinleri; adalet, hak, ahlak derken; fırsatını bulsa nasıl yok edici olacağının teminatını, belgesini, ürpertici gerçeğini de ortalığa saçıyor…

 Nesin, çok sevdiğim dediği Pazarkaya’nın bir başka şiirinde can alıcı eleştiriyi bir kez daha yapıyor;

“ Bir top oynayabilsem sokakta gençlerle/Daha bana hiçbir çocuk-bildik bilmedik/Amca diye seslenmedi bu yerde.

  İşte özledikleri bunlar, yani ilkellikler… Sokakta top oynama ilkelliği. Gurbet dediği Almanya’da insanlar ne diye sokakta top oynasınlar… Onların top oynayacak yerleri var. Bizde olduğu gibi sokaklar top oynamak için değil, gidişgeliş için…

  Çocuklar ona amca demiyormuş. Niçin desinler? Amcası değil ki onların… Türkiye’de herkes birbiriyle akraba; amca, dayı, baba, babalık, ağbi, teyze, abla, bacı… İşte bu ilkellikleri özlüyor Yüksel.

  Şiirlerinin ağırlığında gurbet acısı ve sıla özelim… Ama içten değil ki… Çünkü kendisi gerçekte ne gurbet acısı çekiyor, ne de sıla özlemi duyuyor. Gurbette yaşamak zorunda değil ki, sıla özlemi çekmek durumunda değil ki… Sürgün değil, sığınmacı değil… İstediği zaman da en iyi koşullarda sılasına gelebiliyor. Eee? Haaa, şu söylenebilir; şair olarak başkalarının gurbet acılarını, sıla özlemlerini duyarak dile getiriyor. O zaman şiirsel yazmak gerekir, şiirsellik yok, şiir yok. Bir içtensizlik var.”

  Edebiyat dünyamızın bugünkü fakirliği, özgün şeyleri yeterince üretemeyişi, uluslar arası dünyaya açılmışıyla belki de edebiyatçıların, fikir ve yazın insanlarının hakiki eleştirilerden uzak oluşundandır; kolay, şan şöhret arayışlarından dır. Hâlbuki tabiatta hiçbir oluşum, kolaylıkla beslenmiyor. İnce, uzun, istikrarlı yoğrulmaları, pişmeler gerekiyor bu onurlu yolculuğa çıkmış olanlar için.

Güven Serin  


 











2 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Duygulanarak okudum. Uzun uzun anlatsam bu güzel yazıya saygısızlık olur. Aziz Nesin diyelim, şiir diyelim, insanımız diyelim, gerisini anlar dost.. Sevgiler, selamlar Begonvilli Ev'den.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Teşekkür ederim Begonvilli Ev;duygulanmak yüklü duyguları en üstte tutan,onların değerini bilen canlılara özgü bir şey... Edebiyat,duyguların en güzel dostu;onlara görgü,bilgi,öneri getirir;anlam katar uzun yolculukta,bazen sonsuz yalnızlıkta bile...