7 Şubat 2015 Cumartesi

KARA GÖZLÜ ÇOCUK


Kamera; Güven Ganoslar

Doğada var olmak için yaşama arzusuna sımsıkı tutunmak
gerektiğini canlı olan herkes bilir. 
Her güzelliğin dönüşümü ,yok oluşla sonlansa bile,
başka bir var oluş ve başkaları peşi sıra
geleceğini de biliriz. 
Bilmediğimiz şey nedir o zaman? Bu kadar sıkışmışlık
ağır yük sahibi olmayı genlerimiz mi, evren mi istiyor?
Yoksa bir türlü peşimizi bırakmayan soylu egomuz mu?

KARA GÖZLÜ ÇOCUK

  Daha henüz hava kararmış. Kış gününün serin gecesi. Aynı yerde aynı kız çocuğu; kara gözlerine düşmüş insan asaletiyle ona öğretileni, çocuk ruhuyla yoğurarak;

  “ Abii bir liran var mı? “

  Tekirdağ'ın sembolü haline gelmiş merdivenlerin yarısındayım. Kargaların akşam şamatası çoktan başlamış. Göçmen kuşların birkaç ay konakladıkları yaşlı çam ıssızlılığa gömülmüş. Tekirdağ'ın tenha gecesi bir kez daha döngünün içinde kaybolmaya hazırlanıyor. Aynı yerde; genç annenin birkaç metre ötesinde duran kara gözlü çingene çocuğu; çocuk seslenişinin en görkemlisini yapıyor…

 Birkaç metre gittikten sonra durdum. Bozukluk çantamı açtım. Yüreğimdeki en derin hislerle, en karşılıksız, en içten, en koşulsuz halde o küçük ele bıraktım. Oysa parayı vermekten öte o kara gözlü küçüğe ne kadar çok sarılmak istedim…

 Genç anne çocuklar birlikte teşekkür etti; kendi bildik dualarını tekrarladılar. Hiçbir dua, hiçbir bakış o çocuk seslenişindeki merhamet, sanatsallık kadar değildir.

 Sonra, sığınağıma uğradım. Her gece; çayını, salebini, ıhlamurunu içtiğimiz neredeyse sahilin tek yeri; Cafe D Marin’e. Nazım’ın 113. ölüm yıldönümü anısına paylaşılan makaleler, sanatçının yazdığı piyesten diyalogları inceledim.

 Sonya ile birlikte ortaya çıkarttıkları piyesi Nazım Rusça yazmış Sonya da Çekçe’ye çevirmiş. Oyunun bir bölümünde şöyle bir diyalog var;

HANOŞ (Kuba’ya) Ne yapıyorsun? Başkasının evini gözetlemek olur mu? İnsanın ruhunu gizliden gözetlemek nasıl ayıpsa evinin içini gözetlemek de öyle ayıptır.
KUBA; İhtiyar Çingene ölmeğe hazırlanıyor. Bak sen de. Ölümü hiç kimse onlar gibi güler yüzle karşılamasını bilmez…
İHİTYAR ÇİNGENE: (Çalgıcı Başıya) Bu dünyada kimseye kötülük etmedim, kimse bana öteki dünyada köpek yahut inek ol, diye lanet etmedi.
(Bu sırada çalgıcılar başlamışlardır oyun havalarına… Kızlar da teker teker oyuna kalkarlar ve çok geçmeden cümbüş kıvamını bulur.)

  Nazım yaşlı çingenenin ölümünü sanata sığınarak yapmış. Bir ölümün güzel, eğlenceli ve güler yüzlü olabileceğinin dikkatini çekmiş. Oysa ağır adam, ağır kadın olma merakı yüzünden ölümü unutan bizlerin, ölüm korkusu, çevrimize bulaşmaya başladıkça ne büyük travmalara dönüşür…

 Acaba kim ne kadar haklı; seçtiği yaşama dört elle sarılmakta! Yaşamın tınılarına, ritmine, her anına; soğuğuna, sıcağına, muhtaçlığına, bolluğuna, kıtlığına tanıklık eden çingene kadın mı, yoksa sürekli korkularla, kahramanlık hayalleriyle yer değiştirmeye zorlanan ruhların bedenleri mi? En büyük kahraman; yaşamı en sevda, en sevgi içinde; en eğlenceli, en güler yüzlü yaşayanlar olmasın sakın?

 Hepimizin sarıldığı küçük çocuklar olmuştur. Hatta bebekler… Onların kendilerine has kirlenmemiş kokularının en demir kalbi bile nasıl ahşap ustasının mimari sıcaklığına dönüştürdüğünü bilirsiniz. İşte o gecenin ıssızlığında, serin ayazında karşıma çıkan kara gözlü çingene çocuğa da öyle sarılmak istedim; en kirlenmemiş, en temiz ruhu olan küçük bir bebeğe sarılmak istediğimiz gibi…

 Bir gün, “bu çocuklar da bizim çocuğumuz efendim!” diye yazdığımda; burada el açan çocuklar için göstermelik bir çalışma yapılmıştı. Sonra; sonrası, birkaç ay sonra bir müfettiş görevlendirilmiş; benim şehrimde el açan, dilenen çocuk yoktur; sen bunu ne amaçla yazdın-çizdin; nazik sorgulaması…

 Sanırım, Bir Çingene kadının güler yüzlü ölümü kadar, güler yüzlü ve samimi yönetmiyoruz kurumları, haneleri, dostlukları; o yüzden, gülümsemeyi bilmeyen suratlar; ya sırıtmaya çalışıyor; can çekişen balıklar gibi; kıvrım kıvrım kıvrılıyor; ya da bir kötü kalpli cadının kahkahası gibi ürpertici bir ses yayılıyor ortalığa…

 Güven Serin 





Hiç yorum yok: