17 Ocak 2015 Cumartesi

TARİHİ ve MİMARİ HAFIZA


Kamera; Güven Arkeoloji Müzesi - İstanbul

İç huzurun dışa taşıp,dıştaki huzurun içe
akacağı yer;uygarlıkların sarmaş dolaş
birlikteliği...


TARİHİ ve MİMARİ HAFIZA

  Kadir Başkanın sözlerinden birisiydi şehrin Tekirdağ'ın özgün haline kavuşumu sağlamak. Kuralsız, kanunsuz, nizamsız; mimarinin estetiği, çevreyle uyumu gözetmeden yapıların yıkılması ve şehrimizin yüz yıl önceki haline kavuşması…

  150–200 yıl önceki İstanbul'u, Osmanlı'nın son zamanlarına ilerleyen zamanın nasıl bir mimari gösteriye dönüştüğünü de tarihe açılan sayfalardan anlıyoruz. O dönemlerin demokratik olmayan, siyasi güç gösterisine dönüşen bu yapılar heybetli bir yalnızlık içinde bugünde ayakta duruyorlar.

  Yıldız Sarayı, Çırağın, Beylerbeyi, Dolmabahçe Sarayları… Bir uygarlık düşünün ki, çökme noktasına gelmiş ama güç gösterisinden vazgeçmiyor. Borçlanarak, mimarinin baş döndürücü yapıları bir bir ortaya dikmişlerdir.

 Bilinen bir gerçek var ki, mimari tekrar sorgulanıyor. İnsanoğlunun yürüyüşü her dönemde tek bir düşüncenin hakim olduğu zamanlarda mimariden hep faydalanılmıştır. Mimarinin fiziki yüksekliği, şaşırtıcı cepheleri kralları baştan çıkartıp halkları için büyük yaptırım gücü olarak kullanmalarına neden olmuştur. Firavunların piramitlerine çok yakından kulak verirseniz, o yapılarda çalışan insanların terlerinden öte kanlarını, eziyet edilişlerini görebilir; o güzel yapının yanında fotoğraf çektirmekten ürkebilirsiniz…

  Osmanlı Saraylarının içinde de korku vardır. O yapıların gizli tünellerinde daima gizlenmiş, pusuya yatmış ölüm ve kan kokuları beklerler. Tarihin hafızası bunları bilir ve merak edenlere saklar. Mimarinin hafızası da ortaya çıkış nedenlerini sorgular.

  Mimar Belkıs Uluoğlu’nun detaylı bir şekilde ifade ettiği gibi;

“ Mimarlık ürünü eğer ki sadece biçimler dünyası değil ise ve bu biçimlenişler ya da somutlanmalar birer yaşantı taşıyıcısı, hikayelerin anlatıcısı, duyguların hatırlatıcısı, varlığımızın tanımlayıcısı, ortaklıklarımızın kanıtı iseler, mimarlığın nasıl yapılacağının bilgisini aynen onun gibi olmayarak, ama onun nasıl olduğunu bilerek-bize sunan da yine geçmiştir. Geçmişi bilmek demek onu aynen tekrar etmek anlamına gelmez, gelmemelidir.”

 O büyük gösterişli yapılara tüm kalbimizle dokunduğumuz zaman gerçekten de varlığımızı tanımlayan, ortaklığımızın bir kanıtı gibi duran bir şeyler hissediyor muyuz? Bunu anlamak için, mimariyi, tarihi, felsefeyi; kısacası yaşamı anlamaya çalışmak gerekir…

  Uğur Tanyeli tarih ve mimari bilgisini kendi felsefesiyle birleştirip bilinen, sadece bir hikaye gibi uzakta kalan yakın geçmişi bir kez daha hatırlatıyor;

  “ Naziler’in 1930’larda Almanya’da yaptığı Şansölyelik binası (Reichskanzlei) inşa edilir. Ona baktığında, her Alman’da liderin yüceliği fikrinin yeşermesi amaçlanır.”

 Yani her Alman’ın zihninde o büyük taş yapının, heybetli gücü karşısında iktidarın da yıkılmaz olduğunu düşünecek! Bu düşünce içinde milyonlarca insan öldü; hem de bütün insanlığın gözleri önünde…

 Ya bugün; Bin odalı sarayımızın yaşama katacağı şey nedir? Hangi demokratik uygulamalarla halkın bilgisine sunuldu. Halkın böyle bir yapıya, büyük gösterişe ihtiyacı vardı da yetmiş milyonun haberi mi yoktu?

 O yüzden, tarihin, mimarinin hafızası önemlidir dostlar. Heybetin yüceliğini, ihtişamını anlamaya çalışırken; bize taşıyacağını; geçmiş ile bugünün arasındaki bağının ne kadar demokratik, ne kadar bütünleyici olduğunu da bilmenin insan keyfi; bizi büyük çelişkilerden de arındırmaya yetecektir. 

  Uğur Tanyeli bir hatırlatma daha yapıyor; İngiltere Başbakanlarının Downing Street 10 numaradaki ikametgâhlarının mütevazılığını… Bu mütevazılığın içindeki beyinlerin tüm dünyaya bakışlarını, yön verişlerini ve ekonomi durumları, bizim abartılı ekonomimizden üç kat büyük olduğunu da bilmemizde yarar var.

 Mimari ve mühendisliğin bir araya getirdiği matematik ve fizik biliminin de büyük katkılarıyla İstanbul Boğazına 3. köprü yapılıyor. İsmi de büyük gösterişle açıklandı. Peki, ama bu ülke insanının ortaklığının bir kanıtı olacak mı? Siyasi tercihlerin, demokratik olmayan yönetimlerin mucizeleri her zaman çökmeye muhtaçtır; çünkü içinde halkın dinleyeceği hikâyeleri, yaşam taşıyıcı birleştirici harçları yoktur…

 Tarih, mimari önemlidir; yanında felsefe, siyaset ve demokrasi varsa daha da önemli ve varlıklarımızın tanımlayıcısı durumuna dönüşür.

 Güven Serin 


2 yorum:

Makbule Abalı dedi ki...

"Binaların, yapıların dinlenecek hikayeleri olursa" halk daha kolay sahipleniyor ve koruyor gerçekten. Örneğin; Bir zamanlar Haydarpaşa Garı içinde bir tarih barındırırdı. Sinop'ta şimdi boş olan ceza evini gezerken ürpermekten kendini alamıyor insan. Sabahattin Ali'den şiirler geliyor akla. Taksim'de Atatürk Kültür Merkezi nelere, kimlere tanıklık etmiştir.

GÜVEN SERİN dedi ki...



Teşekkür ederim Makbule Hanım;insanın kendi elleriyle yarattığı mekanların insana yakın ruhları;huzuru,dinletiyi,dinginliği sunuyorsa;hikayeler birbirine karışıyor;insanca,insana özgü...