6 Ocak 2015 Salı

KİRLENMEMİŞ SAF BİR PINAR


Fotoğraf; İnternet
KİRLENMEMİŞ SAF BİR PINAR

  Böyle bir saflık-duruluk ancak doğanın en gizli yerlerinde olabilir. Gizli, derin ve yüksek yerleri vardır doğanın; tıpkı bir parçası olan insanın, insanlar içinde yaşarken, saf ve duru kalabildikleri gibi…

  Günümüzden yüzyıllar önce yaşamış İngiliz şair Chaucer için Edmuand Spenser ;

“ O, İngilizlerin kirlenmemiş saf pınarıdır.” Demiştir. Haklıydı da… Bu saf pınarı fark eden Shakespeare doya doya içmiş, kendi dehasını insandan insana, yetenekten yeteneğe akacak eserlerle ebediyete taşıma hakkını kazanmıştır.

  Harold Bloom’un her iki şair üzerinde yaptığı derin araştırma; neredeyse bir ömre sinen ebedi incelemeler elbette bu konuda saha ve söz sahibi olma hakkını; evrensel, edebi bir öncelik haline getirir.

  Bu incelemeler sonucunda Bloom şaşkına döner. Akademisyen eleştirmenlerin çaresizliğini, sığlığını görür… Şairlerden daha ahlakçı tavırları karşısında kızgınlığını saklayamaz…

 Hâlbuki Bloom’un şaşkınlığını, kızgınlığını üretimin, etkinliğin, yeniliğin, eserlere dönüşen sıra dışılığın olduğu her yerde ve her an görmemiz mümkündür. Ağır ağabeyler, ağır ablalar bilginin canını çıkarmak için elinden geleni yapmanın lütfünü sonuna kadar kullanmak isterler. Girdikleri odadan bir daha dışarı çıkmama kararı almışlardır. Tek pencereden gördükleri gün, güneş ve mevsimler; bildik anlatımları, kuruluğu, sıkıcılığı ve ahlakı anlatır durur…

  Bloom, sosyo-ekonomik adalet adına edebiyat çalışmalarını mahvedenleri günümüzün ahlakı, kendini beğenmişlik hastalığı olarak gördüğünü ifade ediyor. Ulusal Basına, Medyaya mikroskop değil çıplak gözle bakarsanız; Harold Bloom’u çok daha iyi anlarsınız. Anlamanız yetmez! Kritik anlarda saflık, dirilik, çözüm üreticilik ortaya çıkmalı…

  Bu çığlık çıkıyor, size ve ardınızdan gelenlere patika açıyorsa; yüreğinizi saf ve huzurlu kıldığınız, taze kokularla evrenin şarkısını söyleyip nice canlıyı mutlu edeceğiniz de bellidir…

  İngilizlerin kirlenmemiş saf pınarları varsa, bizim diyarımızda da bu pınarların bolluğu kirletilmeyi hak etmiş gibi edebi dünyanın, insan coşkusunun canına okunmak için her şey yapılmıştır. Onlara sorarsanız; edebiyat için, ilkeler için, ülke için diyecekler; kör vicdanlarında tek bir ter ve damla üretmemişliğin kısır ve nasırlı duyarsızlığına tutunacaklardır.

  Orhan Veli’de alaya alınanlardan, ahlakçıların saldırılarına uğrayanlardandır. Kendine usta süsü vermişler, düşünceyi, dizeleri; insanın içinde yeşerttiği aşkı tek tipe, tek renge boyamaya çalışmışlardır.

  Aynı zahmetli yolculuğu saf kalabilme onurunu yakalayan bir başka sanatçımız; ressamımız Asaf Hâlet Çelebi yaşamıştır. Yaşadığı zamanlarda değeri bilinmemiş, anlaşılmamıştır. Bu pınardan içecek bir Shakespeare olmadığı için; diğer pınarlarımız, uygarlıklarımız gibi zamanın tozlarına emanet edilmişlerdir.

 Asaf Hâlet Çelebi Farsça, Arapça, Fransızca, Hintçe ve Sanskritçe bilir. Bu bilmenin efendiliği, duruluğu alaya alınmasını, dışlanmasını engelleyemez. Ona “ Kırtıpil Hamdi” lakabını kıs kıs gülüşlerin, ahlakçı duruşları altında verirler.

 Behçet Necati Çelebi için şu sözü söyler;

“ Hayatta olduğu gibi somut malzemeyle soyut âlem yarattı; bir hayal ve duygu şairi değil, bir sezgi şairi oldu.”

  Deli diye akıl hastanesine kapatılan Fikret Mualla, iyi anlaşılsaydı saflığının pınarından kim bilir kaç sanatçı beslenecek; geri kalmışlığın ileri gitmişliği hayalleriyle avunmayacaktık.

  Sabahattin Ali’nin, Başın öne eğilmesin/ Aldırma gönül aldırma, şarkısını dinlerken efkârlanan yüce ahlak, soylu insanlık aynı sanatçının başı ezilerek öldürüşünü bir türlü anlayamamıştır.

 Bu diyarda; dünyanın her yerinde nice saf pınarlar vardır. Bunların suyundan içmek için illa Shakespeare’nin zekâsına sahip olmamız da gerekmiyor. Sadece bizmiş gibi bize yapışmış kibri, ezber söylemleri bir kenara bırakıp bilmediğimizi, döngünün sürekli öğrenmeye, izlemeye, dinlemeye ihtiyacı olduğunu unutmayalım…

 Güven Serin  



 

 

  


2 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu güzel bilgi pınarından içerken, ''Alphonso de Lamartine'' ından çok sevdiğim dizeleri payşlaşmak isterim..

Loş uçurumlar: mazi, loşluklar, sonrasızlık,
Acaba neylersiniz yuttuğunuz günleri?
Alıp götürdüğünüz derin hazları artık
Vermez misiniz geri?

Ey göl! Dilsiz kayalar! Mağaralar! Kuytu orman!
Siz ki zaman esirger, tazeler havasını,
Ne olur ey tabiat, o günlerin saklasan
Bari hatırasını!

Sakin demler de olsun, deli rüzgar da olsun
Güzel göl etrafını süsleyen oyalarda,
O kapkara camlarda, sularına upuzun
Dökülen kayalarda!

İster meltemlerinde, ister ürperişle esen
Seslerde, ister uzak ister yakında olsun,
Yahut gümüş pullarla sular üstünde yüzen
Ay ışığında olsun!

Kuduran fırtınalar, sazlar bize dert yanan,
Meltemini dolduran kokular, hep beraber,
Ne varsa işitilen, duyulan ve koklanan,
Desin ki: "Seviştiler."

Bu dizeleri yudumlarken,doğaya çeviririm yüreğimi,yüzümü, ellerimi...

Sevgi ve saygılarımla

Olcay Kasımoğlu

GÜVEN SERİN dedi ki...


Teşekkür ederim sevgili dost;paylaşımın saf pınarlara,ayrı bir saflık katmış;savaşları icat edenlerin kandırılmamış, bıkkınlık yaratmamış vahşetlerini yerle bir eden,reddeden dizeler,düşünceler;büyük,gösterişli insanlık şamatasına kanmamış şairlerin,şiirlerin,filozofların,hikayelerini yazan ellerine sonsuza uzanan ümit coşkusu içinde minnet duyuyorum.