30 Aralık 2014 Salı

VAKTİN OLACAK PARAN OLACAK


Kamera; Güven Papatyalar...
Her daim,şaşmaz bir güzellik, beceri içinde açarlar;
vakit,para sorun değildir onlar için..

VAKTİN OLACAK PARAN OLACAK

  Eğer düşünceye, mizaha, yaşamın kalp atışlarına önem veriyor, önemin ortaya çıkarttığı değerleri kaleminize taşıma niyetindeyseniz laman çay bahçeleri tam yeridir. Her türden insanın uğrak yeri; bağıra bağıra konuşan balıkçıların sesleri de çınlar içinizde; sessizliğe gömülmüş insanların demlenme töreni de…

  Yağmur varla yok arasında yerleri ıslatmış etrafa oldukça temiz bir hava yayılmıştı. Her daim limanın konukları vardır; birkaç balıkçı, oraya alışmış birkaç şehir sakini ve yoldan geçerken uğramış yabancı bir liman sevdalısı…

  Şeftali ağacı, iğdeler ile birlikte makyajsız haline bürünmüş; kış günlerinin geçişini en ekonomik olarak yapıyorlar. Üstü kapalı, önü açık olan yere oturdum. Az ötemde yüksek sesle konuşan iki adam; orta yaşın biraz üzerindeler. Yapılarına bakılırsa, ikisi de oldukça midelerine düşkün, rahatlarının keyfini süren insanlar…

  Birisi anlatıyor, birisi dinliyordu. Anlatan duruma hâkim; neredeyse soluk almadan nutuk çeken bir siyasetçi heyecanı içinde; hazır seyirci yakalanmış; her türlü bilgi, görgü, beceri konmalı ortaya.

  Anlatıcının üzerine durduğu, belki beş on kez tekrarladığı söz; “ vaktin olacak” , “paran olacak” sözüydü. Konu ise, İstanbul’da yaşam; yaşamak üzerineydi. Öyle sesleniyordu, vakitten söz eden adam;

 “ İstanbul’da yaşamak için vaktin, paran olacak!” Belli ki İstanbul’u irdelemiş, incelemiş, tahlil etmiş; iyi bir kimyager, fizikçi, sosyal bilimci gibi; son sözü yüce kürsüsünden kül yutmuş halkına sesleniyordu.

 Ardından ise yakın bir zaman önce İstanbul’da kaldığı akrabasında yaşadığı bir günü anlatıyor;

 “ Bizimkiler uyanmadan erkenden uyandım. Biraz yürüyerek Kadıköy iskelesine indim. Oradan vapurla Eminönü’ne geldim. Bir güzel boğaz turu yaptım. Eminönü’nden kalkan vapurlara 12 TL verdim. Gün, oldukça güzeldi. Boğaz da öyle… Öyle bir iyi geldi ki… Sonra, biraz orada, biraz burada oyalandım; işte gün sona erdi.”

 Sürekli, vaktin olacak, paran olacak diye karşı tarafı, vakitsizliğe, parasızlığa boğmakla meşgul alan adam; aynı zamanda vakti de, parayı da yaratarak ne kadar güzel bir gün geçirdiğini; allandıra, pullandıra; hatta ballandırarak anlatı durdu.

 Eğer sıra bana gelseydi, beni fark edip bana mikrofonu uzatsaydılar ben de şunu söylemek isterdim;

 Ağabeyciğim, vaktin de olmuş, paran da; senin yaşadığın yaşam değil mi? Sonra, vaktin, paranın kime göre ve ne şekilde kullanılacağı; hangi ölçülere göre değerlendirilecek? Bazıları için bir meyhanede sabaha kadar içmek vakit ve paranın keyfini sürmek demekse, bazıları için evde kendi elleriyle hazırladığı bir ekmek arası sandviçi yiyerek boğazın kenarında yürümek, vaktin, paranın en iyisi…

  Görünen o ki, çıkış yolu aramak yerine, slogan haline getirdiğimiz söylemler, deyimleri yol açmak için değil, yol kapamak için kullanıyoruz. Ve bazen bunun farkına bile varmıyoruz… İnsan denen canlının yüksek enerjisinin iyi kullanılmazsa nasıl da güçten, takatten, dermandan kesildiğini anlamak için; lütfen etrafınıza bakın! Yağı çekilmiş insanların donuk, biçere yüzleri… Yağlanmış, semirmiş insanların adım atmaktaki yetmezlikleri… En ufak tempo da oflamalar, püflemeler…

 Bir söz, dağarcığımı delip ufka doğru atılmak istiyor; “ Tüm ufku silecek süngeri kim tutuşturdu elimize”
 Sanki vaktim yok, param yok, dermanım yok diyerek, vakitleri çalan, paraları tüketen, dermanları çürüten insanlara bir iksir gibi söylenecek bir laf…

  Güven serin 
  

  

Hiç yorum yok: