25 Aralık 2014 Perşembe

UÇMAKDERE BAĞLARI-VİRAN BAĞLAR


Kamera; Güven Uçmakdere-Tekirdağ

Biz üç kişiydik.Bedirhan,Nazlıcan ve Ben...Öyle der sanatçı,
içe kazınmıştır kaybedişlerin acısı;sonra! Sonrası,şairlerin,
bestecilerin işi. Ya sonra? Kültüre dönüşür Nazlıcan,Bedirhan;
bütün serin yaylaların,bütün acılarla ovulanların şarkısıdır 
artık...

Kamera; Güven  Uçmakdere

Kiraz ağacı, zeytin ağaçları ve Ganoslar


Kamera, Güven Uçmakdere
Sarı Papatyalar. Uygun bir toprak,bir parça nem ve ışık;
sanatçı hep çalışır;renk renk, desen desen...


Kamera; Güven Ardıç Ağaçları
Sığınma evleri...Soğuk bıçak gibi kesmek
isterse yürekleri,dağların ardıçları vardır;yaşamı
dengede tutan,soylu yeşillikleri..


Kamera, Erdem  
Ben bu harekete kurban oluram..


Kamera; Güven  Uçmakdere Diyarı

Buralarda her şeyiniz bitebilir; ümitleriniz bile. 
Bitmeyecek bir tek şeyiniz var; su... Su,
yaşamdır... 
Ey serin dağların suyu,ey akışın bin cana
kurban olduğu soluk..


Kamera; Güven   
 Dağların sanatsal gösterileri vardır. Her mevsim,neredeyse her gün
farklı kısa film gösterileri. 
Bulutlar mı yere inmiş, yer mi bulutlara...


Kamera; Güven  Uçmakdere
Yürüyüş ekibimiz; Çetin Bey, Erdem, Yunus Usta ve Mehmet

Not; Yunus Ustanın elindeki balta, yaş ağaçlar için değil, kuru
ağaçların kamp ateşinin ve yürüyüşün sembolik nesnesidir. 


Kamera; Güven   Ganoslar

Kamp Ateşi
Bu işin en zevkli kısımlarından birisidir. Beslenen
ruh,beslenecek ve dinlenecek olan beden...
Kamp ateşi sadece soğanın kokusunu duymak için 
yakıla bilinir; öyle bir koku ki; değmen,değmen benim
gamlı keyfime...

UÇ MAKDERE BAĞLARI-VİRAN BAĞLAR

Ganoslar diyarı en hakiki görsel şölenleri sunar; yöreye uyum sağlamış katırtırnakları, ardıçlar, kuş konmazlar, hatmi çiçekleri, çiğdemler, papatyalar; neredeyse iç içe geçmiş vadileri, yamaçları, tepeleri; insanı sarhoş edecek gibi buğulu baharat kokularıyla Uçmakdere Köyü yaşlılarıyla direnmeye devam ediyor.

  Ardıçların her daim yeşil oluşu, iğne yapraklarının iç içe geçmişliği nice canlıya sığınma evi gibi yaşam soluğudur. İnsan için bacası tüten, sıcak çorbası olan bir kulübe neyse ardıç ağaçları da soğuktan kaçan tavşanlar, tilkiler, kuşlar için odur…

 Döngü yepyeni bir dönüşüme hazırlanıyor. Dünyamızın aldığı yol, izlediği yörünge insan beynini zorlayacak kadar uzun ve sıra dışı güzellikte bir olay. İnsanların eski ile yeni telaşı hiç bitmeyeceği de bellidir.

  Sağlıklı bir insanın hafızası, azimli yürekliliği; eski dediği şeyi yok etmezken, yeninin de baş döndürücü gururuna teslim olmaz. Evrenin sonsuzluğu, uçsuz bucaksızlığı karşısında hiçbir şey yapamayacak kadar güçsüz olan insan, kendi içinde kıyametleri kopartacak kadar güçlüdür. İşte o yüzden vahşetler, dramlar bitmez…

 Ganoslar, Uçmakdere Köyü bir şehrin terapi merkezi, insanlığın buluşma adresi olacak kadar güzel bir yer. Nice çaresizi çareler, nice düşüncesizi düşünceyle doldurup, duru pınarlardan su içmiş gibi saflığa hazırlar. Buranın dağlarında, katırtırnağı, ardıç ağaçları şahitliğinde her an gizemli bir patikanın şaşırtıcı oyunuyla kaybolabilirsiniz.

 Yürüyüş ekibimiz Aralık ayının son günlerine denk, döngünün yeniden yürüyeceği mevsimlerin geçişine anlam katan istek içinde bir araya geldi. Beş kişilik grubumuza iki yeni arkadaş katıldı. Çetin Bey ve Mehmet; hiçbir yabancılık duygusu kabul etmeyen, samimiyet ile fışkıran tabiatın tanıklığında onlara teşekkür ettik.

 Yunus Usta her yürüyüşün vazgeçilmezi; öncü bir doğasever! Doğanın dilini bilir. Erdem, tabiatın şakacılığı kadar şakacı, yaşama adanmışlığı kadar yaşam taşır.

 Günlerin mevsimlere; kış mevsiminin ilkbahara daha fazla ışık taşımaya başladığı bir kış günü Uçmakdere Köyü ve viran bağları içinde olduk. En güzel üzümün yetiştirildiği, zorlu yamaçlarından katırlarla taşındığı üzümlerin sahipleri yok artık. Üzüm bağları da çoktan viran; viran evler gibi, insanlar gibi; dokunmayan ellerin, bakılmayan gönüllerin gönülsüzlüğü içinde toprağa karışacakları zamana kadar öyle bekliyorlar. Bağların kütükleri, kütüklerin üzerinde yeşillenen filizleri yok artık.

  Uçmakdere’nin viran bağlarını görünce, ülke yönetiminin, şehir yönetimine yansıyan viranlığını da görüyorum. Vali, Belediye Başkanı, Meclis Üyesi; hangi konumda olursanız olun; yaşadığınız, sorumlu olduğunuz şehri, bu şehri besleyen köyleri; köyler içinde acil korunması gerekenleri bilmeniz gerekir. Yoksa bütün derdiniz yol, kanalizasyon, beton dökmek; göçlerin dayanılmaz çekiciliğini destekler görünüp; insan kalabalıklarıyla insanlık dramı yaşatmak mıdır?

  Uçmakdere Köyünün bağları kadar evleri de viran. Bakımlı yazlık evlerinin bacaları kış günü tütmüyor. Çünkü köyü köy yapan dört mevsim yoklar. Ama köyün içindeki viranlığın içinde tüten bacaların yaşlı insanların kahveci İbrahim’in kahvesinde buluşuyorlar. Kahveci İbrahim, viran köyün, viran bağların yalnızlığına çoktan alışmış. Yüzündeki insan gülüşü, bildik üzümün, şarabın gösterisi gibi; toprak, kütük, filiz, üzüm kokuyor…

  Yanlış politikalar Anadolu’nun cennetlerini cehennem eder gibi Tekirdağ’ın Uçmakdere Köyünü, üzüm bağlarını da çürümüşlüğe bırakmış. Tepelerinde, vadilerinde dolaşmayı büyük kabul ediş töreni gördüğüm Uçmakdere Köyü için filozof Nietzhce’nin sözünü hatırlatmak isterim;

  “ Sadece kalbimizde zaten ölmüş olan şeyler için sözcükler bulabilirsiniz; konuşma eylemlerinin içinde her zaman bir küçük görme vardır.”

 Bu gamsızlığa, viranlığa Emerson da bir şeyler söyleyecek;

 “ Bu kelimeleri keserseniz kan akar, bu kelimeler damarlıdır, canlıdır.”

  Güven Serin 




 



  









6 yorum:

bilge dedi ki...

Medeni ve refah düzeyi= KENTLEŞME
ne kadar yanlış bir durum ülkemizi bir bütün olarak ele almalıyız. gelişmişlik köyde başlamalı..diye düşünüyorum..yine komşu sohbetine başlıyacaktım nerdeyse...)))) yine güzel bir konu doğa yürüşünüz hiç yabancı gelmedi soğanın kokusu harika hele o akan su çocukluğumu hatırlattınız bizim oralarda da bahçelerin arasından böyle dereler akardı ..şimdi ne mi oldu baraj ......
sevgi ve dostlukla..

GÜVEN SERİN dedi ki...


Medeniyeti de,kentleşmeyi de yanlış anladık. Öyle bir tüketim ki,kalan kalır anlayışı kültüre dönüşmüşe benziyor. Ama kültür,çürümüşlük kokar mı? Sıtkınlık, bıkkınlık, donukluk kokar mı? Var ederken yok etmemek,ciddi bir iş. Gerçek uygarlığın becerisidir aynı zamanda; mimarinin, mühendisliğin, toplum biliminin, doğa biliminin, ilim ve bilimden söz eden her canlının sorumluluğudur.. Teşekkür ederim Bilge hanım;dostlukla...

Adsız dedi ki...

Can evinden yaralı;

Oy, Nazlıcan... vahşi bayırların maralı...
Oy, Nazlıcan... saçları fırtınayla taralı...
Sen de böyle gider miydin yıldızlar ülkesine?
Oy, Nazlıcan oy... can evinden yaralı...

Ne söylenebilir ki, bir insan can evinden vurulmuşsa, ağır vebal boynumuzda diyorsa, nasıl bana ne diyebiliriz ki !!
Bütün acıların yankılandığı,taşa toprağa değdiği, kuşlarla göçe durduğu ve mevsimlerle döngüyü tamamladığı yerde; yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak için de çekilir acılar.
Bakınca fotoğraflara, aklıma; “ancak uyanık ve sağlıklı doğası olanlar, güneşin, her gün apaçık, yeniden yükseldiğini anımsarlar.” ve yaşamın içerisinde, düş güçlerinin sınırsızlığın da doğayla kalp kalbe konuşabilirler diye düşünmeden edemedim.

Görmek, yaşamaktır... Vuslattır, görmek...
Bu resimlerde hepsi var, mevsimlerin devir-teslim töreni gibi..hele sarı papatyalar yok mu, insanı çığlıklıyor başka koylara


Doğal Yaşam ve Başkaldırı kitabının yazarı ''Henry David Thoreau'' ''insan vazgeçebildiği eşya oranında zengindir.” fikrini savunuyordu. Ona göre insan, toplumun ve sistemin kendisine dayattıklarını reddetme cesaretine sahip olduğu sürece, kendi istediği koşullar içinde yaşayabilirdi.

İnsan doğasına, tabiata; prangaları vuran zihniyeti, bağnaz öğretileri ancak evrensel bir aşkla koruyabiliriz.

Bedenimiz her geçen gün ne yaşadığını bilmeden eksiliyor.

Oysa, anlamlı yaşamak işimiz gücümüz olmalı...



Bu güzel görsel şölene, zihnimde tat bırakan geri bildirimlere gönülden teşekkür ediyorum.

Bizde, Yusuf Hayal Oğlu'nun dizeleriyle, acıyı bal eyleyenlere selam olsun diyelim;

Serin yayla çiçeği, oy Nazlıcan..
Deli-dolu heyecan, oy Nazlıcan..
Göğsümde bir sevda kelebeği,
Ölüme sunduğum can, oy Nazlıcan..

Olcay KASAIMOĞLU

GÜVEN SERİN dedi ki...


Sevgili dost,kültürler katman katmandır;sevgiler,saygılar,üretimler,düşünceler,yükselişler de öyle. Bu kültür dünyasına girecek her damlaya yüreğimin öğrenmeye,nezakete açlığı ile selam veriyorum. Bu şiirler,bu toprakların, yağmurların,rüzgarın ve bu yaşamların yüksek hissedişleri ile beslendiler. Doğumları zor,acılı ve nice ölüme tanıklık ettiler... Yusuf Hayal Oğlu insan duygularının erişim ve hissediş hikayesine ebedi bir ruh verdi. Ahmet Kaya, bu ruha beden oldu;kültüre dönüşmüş,esere kavuşmuş bu nağmeleri dinleme,anlama ve onlarla birlikte maviliklerin serüvenini yaşarken,griliklere,girdaba kapılmış insanların var olduğunu bilip acı çekmek pek insanca... Henry David Thoreau,yaşama bıraktığı öze,tutanağa, kalkana minnet ile selam ediyorum. Dostlukla...

Erdem Özcan dedi ki...

"İki kişilik yürüyüş "birlikte" yapılır."

Yürürken;
Varmak değilde, yolda olmayı.. Yol boyunca farklılıkları paylaşmayı... İnsana, canlıya saygı duymayı başarabildi isek ne mutlu bize.

Çünkü "baki kalan bu kubbede, hoş bir seda imiş." gerisi oyun ve oyuncaktan ibaret.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Teşekkür ederim kardeşim. Yolda olmanın,harekete ve doğaya inanıp saygı duymanın onurunu;Sımsıkı kavramışsın, ne hoş; yaşamın oyunu içinde de olmak...