10 Aralık 2014 Çarşamba

MERHABA BUSINESS CLASS


Fotoğraf;internetten

MERHABA BUSINESS CLASS

 Ne zaman hava limanına gitsem,  o muhteşem nesneyi; bir uçağı görsem, uçak mühendisliği karşısında nutkum tutulur. Fiziğin, matematiğin, mühendisliğin yasalarına iç kesilmenin yüceliğiyle insan aklına teşekkürü, saygıyı; yetmezlik içinde iletiyorum.

  Yine bir yol, yine bir yolculuk; öğrenimin, öğretilerin bitmediği zamana uçmak; belki de insan denen canlının biricik mücadelesi, zamansızlığa bir şeyler bırakmak…

  Türk Hava Yollarının teknoloji harikası olan uçağına bindim. Şirinliği üst görüntü olarak benimsemiş hosteslerin “hoş geldin” şirinliğine aynı şirinlik ile “merhaba” deme gayretinden sonra hızlı bir şekilde uçağın içine girdim. Mavi perde ile ayrılmış Busıness Class bölümünün içinde geçerken, aşağı yukarı oturacağım koltuklarla aynı olan koltuklara bakıp düşünce hücrelerimi harekete davet ettim.

  Busıness Class bölümü, bazılarının kaymak tabaka dediği, bazılarının tuzu kuru olarak bildiği, bazılarının da “elit” diye gösterdiği insanlara ayrılmış 15-20 koltukluk yer… Onların uçağa koyacağı bagaj ağırlığı biraz daha fazla, oturdukları koltuklar, belki birkaç santim daha geniş. Bir de normal yolcular ile onları ayıran, mavi bir perde… Belki de göksel maviliğin, göksel tabakaların ayrımını anlatan bir şey…

  Uçağın rahat koltuğuna oturdum. Kemerimi bağladım. Busıness Class bölümüne oldukça yakın oturuyorum. Oldukça da rahatım. Normal; yani ekonomik olanı tercih etmiş bir yolcuyum. Yani, gezmenin, görmenin kültüre dönüşmesi için, bütçeye saygı duyanlardanım. Kuru mütevazılığı savunmak, saf iyiliği, hiçbir şeye dokunmadan kirlenmemeyi savunan bir kalem de olmayacağım…

  Elimdeki dergi, edebiyata uzanan dehlizlere rehberlik yaparken, gözlerim ise bir başka şeye; Busıness Class bölümüne adanmış gibi; görev verdiğim hücreler, orası ile meşgul… Uçağın jet motorları yer çekimine meydan okuyan hızla havalandı. Dev kuşun havalanışı, insan denen canlıya, övünme ile korkuyu; yaşam ile ölümü aynı anda; ikisinin arasındaki ince dokunuşlarda sunuyor.

  Uçağın güvenli yüksekliğe çıkmasıyla birlikte verilen işaret sonucu, işini bilen hostesler hemen ikram servisine başladılar. Uçak kalkarken çekilmiş olan mavi perdelerin ardındaki insanları, perde aralıklarından görüyordum. Tam olarak kapalı olmayan perde; belki de, ekonomik bölümdekilere bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Bakın, maviliğin ardında gülümseyen hostesler ilk önce o bölüme geliyorlar. Daha fazla sırıtıyorlar; “buyurun efendim, hoş geldiniz efendim. Neler istersiniz; her şeyimiz sizin için efendim” gibi, alçak gönüllülüğün yapay sunumları, tam da orada oturan efendilerin istediği kibarlıkta; herkes bildiği halde, bilmezlikten gelinen, davranışlar, kibarlıklar; boşluğun hoş saatleri gibidir; ama olmaz ise olmazdır…

  Busıness Class bölümüne biraz daha farklı açıdan baktım. Orada oturan insanların ille de zengin olması gerekmediğini; biraz fazla ücret ödeyerek orta halli bir insanın da en azından; “burada neler oluyor!” merakına dokunmak için ölmeden bir kez yapabileceği uzaklıkta bir seçim…

  İnsanların fark, öncelik, övgü arayışı hiç bitmeyecektir. Bu oldukça uzun, zahmetli bir yolculuktur; insan beyninin, ruhun ile birlikte büyük inşaatıdır aynı zamanda…

  Busıness Class bölümünde oturanlara uçağın aldığı yolun, heyecana uçuşu daha da ılımlı düşünmeme neden oldu. Ayrıcalığı seçmiş insanların aynı zamanda uçak şirketinin daha fazla kazanması için yardımcı olduklarını onayladım. Bu bir seçim işiydi… İlla kaymak tabaka, illa aç egonun sürekli havlayan zarif görünüşlü vahşi hayvanı olmak zorunda değilsiniz…


  İlk önce Busıness Class bölümüne tam bir gönüllük içinde hizmet eden hostesler, maviliğin ardından çıkıp, ekonomik bölümü seçmiş yolculara da gülümseyerek, “ne istersiniz” dediler. Üstelik insanın isteyeceği, günlük ihtiyacını karşılayacağı şeyler; o kadar sınırlı ve anlamlı ki; yeter ki küçük damlalardan beslenmeyi öğren…

  Aynı anda, Busıness Class kavgamı barışa dönüştürmüş olmanın iç beslenmesine döndüm; zarif hostesin uzattığı süt ve kahve dolu bardağımı yudumlarken; Thomas Bernhard’ın ülkesi Avusturya’ya; daha doğrusu orada yaşayan “kaymak tabaka” ya isyanını okudum;

  “ Bu ülkede insanların hep güzel ve hayranlık verici buldukları ne varsa sadece iğrenç ve gülünçtü, evet hep tiksindiriciydi, bu Avusturya’da kabul edilir bir yan bulamadım. Ülkem hep sapkın bir çoraklık ve korkunç bir duyarsızlık olarak göründü bana”

 Tam da Busıness Class ile barışık bir kahve içimi yapılırken, gerçeği hatırlatmak, ancak ekonomik yaşama adanmışlığın eseri olmalı; kulağa, ruha, gerçeğe, evrene pek de uygun bir tını…

Not; Makalem, iç uçuşlar içindir. Uzun yolculuklarda, bütçeniz ne kadar genişse, o kadar ağzını açın; soylu bedeninizin konforu hatırına…

 Güven Serin


 

 

  

4 yorum:

Esin Bozdemir dedi ki...

Sabah ilk uçuşumu 'guveninyerinde' yapayım dedim ben de :)kıssadan hisse içinde 'şu insanoğlu' dedim kendime 'ne tuhaf yaratıklarız yahu.))' önce 'hava almak 'havalı olmak' isteriz, bizi şişiren olsa diye bekleriz.. ne kadar inorganik hava varsa içimize çekeriz. ardından şiştikçe şişeriz..ve sonra organik olmayan hava bünyeyi bozar..bir anda söneriz. şişmemiz gibi sönüşümüz de tuhaftır.. bir şişer, bir söneriz. Bu hallere şaşar dururuz, sonra neden şaşırdığımıza da şaşarız:)

Mevlana'nın Dünya ve Yaşam algısında; Ateş-EGO imiş. Toprak-BEDEN, Rüzgar(hava)-CAN, Su-KALP.. imiş, ne kadar anlamlı..

Şimdi sen, uçan bir kuşun kanadındasın:) ateşe 'mavi' bir perde kadar yakınsın .) toprağın rüzgara karışmış, can suyuna bir damlasın.. seyreyle dünyayı bir üstten, bir alttan :)

Tam da iyimserlikle makulleştirirken düşüncelerini, Thomas Bernhard’ın sözleri bir anda indirmiş perdeyi:))

Evet"gerçeği hatırlatmak, ancak ekonomik yaşama adanmışlığın eseri olmalı; kulağa, ruha, gerçeğe, evrene pek de uygun bir tını…" en iyisi şöyle bol telveli halis bir Türk Kahvesi.. höpürdete höpürdete içmeli..

Yazını okurken, geçen yıl yapmış olduğumuz uçak seyahatinde benzer bir konum (perdenin hemen arkasındaki koltukta)ve ruhiyat içindeki halim geldi gözümün önüne.. ben de hayatı/hayata dair ne varsa, kendime de ayna tutarak ama en çok da doğayı gözlemlemeği seviyorum böyle.. Bu duyguları ve düşünceleri; 'kırmadan, dökmeden' yazıya dökmek ise bir başka güzellik...Perilere karışmadan, bacalarda tutuşmadan geldin ya hoş geldin:)) puslu sabaha inat, gördüğün gibi gülümsüyorum hayata.. istiyorum ki herkes gülsün ve biraz da olsa ti'ye alsın bu hayatı da.. Çünkü hayat, bir kuşun kanadında...
Yine düşündüren keyifli bir yazıydı sevgili Güven, sağol.. kalemin hep yazsın..

GÜVEN SERİN dedi ki...


Teşekkür ederim Esin;bol gülümsemeler ardından acaba Thomas Bernhard'ı atladı, uçağın uçuşuna, Ego, Beden, Rüzgar, Su-Kalp deryasına kapılıp görmedi mi diye düşünürken;görmüşlüğün,yaşamışlığın anlatılarıyla yüz yüze geldim. Gerçekten de perde birden indi; insan o ince çizgiye, reddetme ve kabul etme zanaatine dokunuyor;seninde söylediğin gibi; kırmadan da dökmeden...

En lüks olan şey gülümsemek; tebrik ediyorum;sanatın,insan olmanın,sevgi ve mizahın sonsuz hatırına.

bilge dedi ki...

yazını gülümseyerek okudum sevgili Güven aslında o ayrıcalıklı gibi görünen yerlerde oturan bir kişinin iç dünyasını dünyaya bakışını merak etmişimdir hep yıllar önceydi bende o perdenin arkasında konuşmaları dinlemiştim..milyoncuk dolarlardan bahsederken sanki simit parasından bahsediyor gibiydi...ve dahası birde gülerek biraz kardan zarar ettiğini.söylüyordu..sevgiyle kal..

GÜVEN SERİN dedi ki...


Günaydın Bilge Hanım; gülümsemenin az olduğu zamanlarda gülüme üretkenliği içinde teşekkür ediyorum. İnsan tercihleri iradenin dingin ve görgü dolu seçimleriyle yapılıyorsa tadına doyum olmuyor. Her daim olacak ne oldum insanlığı, tiyatro sahnesinden hiç inmeyecek, belli... Gülümseyeceğiz hep; yaşlı sandalyeci üreticisini düşünür ek; yen gelmenin- yatmanın, huzur bulmanın ne kadar kolay ve zanaate dayalı olduğunu bilerek...