24 Aralık 2014 Çarşamba

BORCUMUZ NE KADAR


Kamera; Güven Bergama

Borcumuz olan diyarlar; ama "borcumuz" yok-muşçasına
yok saydığımız yerler;hep aynı mantık "bir şey olmaz" 

BORCUMUZ NE KADAR

  Berber İsmail’in dükkânındayım; sanki dünyevi hiçbir yük üzerine binmemiş İsmail; esnaf olmaktan öte, insanca gülümsemesiyle “hoş geldin” dedi. Seslenişinde samimiyet, yalınlık, organik olan bir şeyler var; bizim, uygarlaşırken geride bıraktığımız, çok değerli bir şey…

  Benden beş dakika sonra dükkâna bir genç geldi. Selam verir vermez; “ jöleden, çok az kullanabilir miyim” ricasında bulundu. İsmail bu; söz konusu esnaflık sa, elbette bir saniye dahi duraklamadan; “ tabi buyurun” diyerek, neredeyse dükkânı, içeri gelen yabancıya teslim etti.

 Genç adam, çok az dediğim jöleden bonkörce süründü. Yetmezmiş gibi orada bulunan saç şekillendirmeye yardımcı olan sıvılardan da sıkındı. Yani, dükkân onundu. İsmail’in sesinde bu ayrıcalığı görmüştü.

  Genç adam, saçlarıyla epey oynadıktan sonra, gitmesi gerektiğine, belki de yeterince etkileyici göründüğüne ikna oldu ki, ayrılırken, ayaklarının taşıdığı beden neredeyse kapının dışına çıkmışken berber İsmail’e seslendi; “ Borcumuz!

 İsmail’den beklediği cevabı çok iyi bilen gencin zaten borç ödeme niyeti olmadığı ortadaydı. İsmail de onu yanıltmadı, “ ne borcu, güle güle kardeşim.” Diyerek, genç adamı, gecenin içine salıverdi.

  Bugüne kadar kim bilir kaç kez kullanmışızdır bu kelimeyi; “ Borcumuz” Bu ülke insanının küçük yardımlara muhtaçlığını, birbiriyle sosyalleşme, güven verme adına küçük şeylerin ücretinin alınmayacağını da anlatır bu sesleniş. Aynı zamanda, almış olduğumuz hizmete gönülsüz olduğumuzu da.

 Çok şahit olmuşumdur; esnafa aldığı hizmetten dolayı bir karşılık verecek insanın kararlı soruşunda, çoğul değil tekil ve kararlı sesleniş vardır; “borcum ne kadar?” Hatta birçok insan, bir miktar bozukluk parayı bırakın, esnafa hayırlı işler diler gider.

 Sanki bütün sülalenin borcu sorulur gibi “borcumuz” harika bir Nasrettin Hoca zekâsını da anlatıyor olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum…

  Bu ve buna benzer seslenişlerimizden birisi de, mide telaşı içindeyken beklenmeyen birisinin geldiği anda yaşanır. Tam da midenin şöleni yaşanıyordur oysa. Gelen insanın gelmesiyle, ilk önlem alınır; “ karnın aç mı?” Bizim toplumun genetik yapısındaki mahcubiyet, yeterli samimiyet olmaz ise boğazına girecek lokmanın aşağıya inmeyecek oluşunu bilen, mide savaşçısı bu soruyla ilk önlemini alır. Karşı tarafın, büyük çoğunlukla ne söyleyeceğini bilir; “ teşekkür ederim, biraz önce yedim.”

 Kişi biraz önce yemese de, bu alışıldık, bu otomatik cevabı verir. Çünkü buyur edişte yeterli samimiyet, güvence, gönüllülük yoktur. Hâlbuki genetik yapıya işlemişçesine bizim insanımızın beklediği esas çağrı; “ Buyurun sofraya, Allah ne verdiyse, hep beraber!” bu çağrı, her zaman güven vericidir. Gelen insanın karnı tok olsa da bu çağrının hatırına, midede her zaman bıraktığı boşluğu doldurur.

 Dostlar, sözüm meclisten dışadır. Evrenin büyük genişlemesi, her an bir galaksinin doğuşu gibi değişen dünyada, bir parça mizah, bir parça eşelenme yapmak istedim. Herkes yaşamın içinde kendi yolunu, yolculuğunu yapıyor; yapacakta.

  Görünen o ki, İsmail gibi samimi esnaflar, sadece saç keserken değil, buyur ederken de mutlu olacaklar. Birçok insanın, para kazanırken de, mide doldururken de, olamadığı hiç huzur; belki de yaşamın kabul edişlerinde, yetinmelerinde; paylaşımlarında, gönülden gülüşlerinde gizlidir…

Güven Serin 




  

2 yorum:

bilge dedi ki...

Bilmezmiyim o tipleri...uyanık olduklarını düşünerler güya..samimiyetsiz.içten olmayan bir daveti davet değilde def etmek olarak düşünenlerdenim .iinsanlar biraz empati yapsa..biraz saygılı ve hakkaniyetli davransalar ne kaybederler acaba...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Biraz empati kursalardı açlıkları toklukla yer değiştirir,kurnazlığın kazancını yaşarken, yaşamın vicdanına dokunmanın huzurunu yaşarlardı Bilge Hanım. Teşekkür ediyorum.Halbuki kurnazlığın kazanımı,altyapısız,köksüz;yıkımları da zavallıca..