1 Aralık 2014 Pazartesi

ARDINDAN BAKTIĞIM ÇİNGENE KADIN


Fotoğraf;İnternet

ARDINDAN BAKTIĞIM ÇİNGENE KADIN

  Oldukça soğuk bir gün, karayel tam da şanına yakışanı yapıyor. Bu durumda ellerinizi soktuğunuz ceplere oldukça saygı duyuluyor. Hele hele başıma taktığım kasketim, kulakları örten ilavelerine ayrı bir minnet duydum.

  Halk otobüsünü bekleyen birkaç kişi arasına girdim. Pazar sabahı olması nedeniyle insanlar güne karışmakta acele etmemişler. Birkaç telaşlı insan; gelip geçiyor ve de daima sırtlarında bir kambur gibi çanta taşıyan öğrenciler…

  Karşı kaldırımda çingene bir kadın, dimdik yürüyor. Açık yeşil incecik örtüsü, onu üşümekten koruduğunu sanmıyorum. Gri paltosu da öyle, eskimiş kahverengi çantası, alaca bir don, şekli şamalı bozulmuş ayakkabıları kış şartlarına uygun görünmüyor olsa da, en önemli şey; çingene kadın, dimdik ve telaşlı bir huzur içinde, sigarasını tüttürerek yürüyor.

 Çingene kadının giyimi, ne kış şartlarına uygun, ne de modaya. Renklerin birbiriyle alakasızlığı onun dik ve huzurlu yürüyüşünü bozmaktan öte, kendi güçlü modasını duyurur gibi, insanlığa bir iyimserlik, bir alın teri, şöleni sunuyordu.

 Muhtemelen günlük işine; temizlik yapacağı apartmana gidiyordu, açık yeşil eşarbını bir aksesuar gibi kullanmış, soğuğa, sokakların insansızlığa, politikanın kirlenmişliğine aldırış etmeyen çingene kadın.

 Onları Romanlaştırdıkça daha onurlu, daha saygın olacaklarına inanan safdillerden değilim. Onların saygınlığı, onların marifetleri, kendilerine has özgünlüklerini görmemek; her topluluğun kusurlu insanlarının da olacağını bilmemek ahmaklıktır.

 Doğduğumdan beri onları çingene olarak tanıdım. Sepet ören, ayakkabı boyayan, “eskici geldi “ yanık sesleriyle bağıran, kalay yapan, keman, klarnet, ritim sazları neredeyse bebekliklerinde çalmaya başlayan; en ufak tınılara göbek kaldıran, neşeli insanlar olarak bildim.

 Benim bildiğim, benim saygı duyup takdir ettiğim çingene kadın, dimdik ve huzurlu bir telaşla; ne karayele, ne de donuk, tembel şehir insanının yalnızlığına aldırış ediyordu. O, kendi kendine yetmeyi çoktan öğrenmiş. Alın terini, emeğin hakkını almayı. O yüzden, dimdik ve o yüzden, sigarasını tüttüre tüttüre, ama birçok insanda olmayan huzur içinde…

  Kirlettiğimiz kavramları yok sayıp, yeni kavramlarla daha gülünç düşmek yerine, kirlerimizi temizlemeli, objektif bilgiden beslenerek, lanet gururun pençelerinden kurtulmayı tercih ediyorum.


  Diktatör Atatürk kitabıyla gündeme gelen Celal Şengör ile röportaja giden gazeteciler şaşkınlığını gizleyemiyor. Çünkü bilgi deryası içindeki koca adam, perdeleri kapalı çalışıyor. Güzelim boğaz manzarasına karşın, perdeler kapalı. Merak eden gazeteci soruyor;

“ Gündüz ışıkları açarak çalışıyorsunuz…

  Bilgi deryası içindeki profesör içimi titretecek bir cevap veriyor;

 “ Ben böyle baykuş gibi yaşıyorum işte, dışarıdaki rezilliği görmek istemiyorum. Boğaz ne hale geldi!”

  Bir tarafta gününü gün eden çingene kadın, o gün kazanacağı 50 TL ve tüttürdüğü sigara; yaşamın en merkezinde. Bir tarafta, bilginin, görgünün merkezinde, ama kendi içine kapanmış, yalnızlığını kalın perdelerle, kitaplarla paylaşan profesör…

  Her şeyin bilgi, her şeyin öğreti olmadığı da ortadadır. Toplumun yarısı, görgüsüzlüğe, bilgisizliğe değil de, yaşam telaşına, yokluğa, yoksulluğa, kimsizliğe teslim edilirse; olacağı budur; yaşarken yaşamaz hale gelen, bilgi ve öğretiler içinde boğulan insanlar…

 Halbuki, öğretileri; bilgiyi, zeka ve duygu değirmeninde işlemeden ve toplumun merkezinden, hatta kenar mahallelerinden bile koparmamaktan yanayım; belki de, boğaza bakan bir yalı, saray değil de, küçük bir viran ev, yaşam, yaşama ilamı, iteneği verecektir bize; tıpkı hızlı, huzurlu ve dimdik işine giden çingene kadının, modaya, renklere, bilinen gerçeklere meydan okuduğu gibi; tüttüre tüttüre yaşam, her an bizi kendine davet edebilir…  

  Güven Serin  


  

4 yorum:

Esin Bozdemir dedi ki...

Yüzeysel bilgiler ve önyargılar ile kafası karışmış, aklı bulanmış üstelik içi boşaltılan kavramlarla hem kendine hem çevresine zarar veren insanları gördükçe… Çingenelerin o kendine has yaşam felsefesi ve özgün tarzları, genel geçer insan profilinin bütün ezberlerini bozuyor.. Öylesine tahammülsüzlüklerin girdabında ki insanlar… hatta bazen aynı saflarda (aynı ideolojide) oldukları halde bile birbirlerinin farklı düşüncesini öğrenmek, dilini anlamaya çalışmak; doğruyu, gerçeği olgularda aramak yerine, direk reddederek, dar ve katı bir reddediş ile aslında demokrasiyi savunurken demokrasiden ne denli uzaklaştıklarını, düşünce özgürlüğünü savunurken tam tersi davranışlarla kendileriyle çelişkide olduklarını görürüz.. Oysa biz Örn olarak verdiğin Prof. Şengör Hoca’nın Atatürk ve Cumhuriyet sevgisinin ne denli güçlü olduğunu O’nun yürüdüğü yollara ve içini dolduran hayat felsefesine, duruşuna bakarak zaten biliriz. Acaba ne demek istemiştir? Anlamak yerine, kıyametler koparmaya ne kadar meyilliyiz..

Tarihi ve olayları o günün şartlarında düşünüp değerlendirmek gerekir. Bunu yaparken de toplum psikolojisini ve içine sosyal bilimi de katarak; ikiliklere yer vermeden, safları ayrıştırmak değil, tam tersine kenetlenmek gerek. Birbirimizi anlamaya çalışmalı, farklı veya yanlış olduğunu düşündüğümüz durumlarda dahi birbirimize değer vererek yanlışlığımızdan arınmayı bilmemiz gerek. Ve bunu yaparken de zarafeti hep muhafaza etmeliyiz. Çünkü düşman böylesine kapımıza dayanmışken, bizim her zamankinden daha çok birbirimizi anlamaya, birbirimizi sevmeye ve dayanışmaya ihtiyacımız var.

Hayatı irdeleyen, düşünürken, düşündüren… ve ardından bakarken sorguladığın ‘Çingenelere dair..’ bu anlamlı bakış adına teşekkür ederim Sevgili Güven. Yazını beğeni ile okudum. Dingin ve huzurla dolu güzel bir hafta seninle olsun.. Esenlikle…

GÜVEN SERİN dedi ki...



Sevgili Esin,kuşkulardan,yetersizliklerden arınmış;akıl ve hisleri reddetmemiş insani bakışı büyük bir saygı içinde selamlıyorum. Gerçeğe,saf gerçeğe ancak bilginin,yüksek adalet duygumuz sayesinde gidebiliriz. Günlük, dün dündür, bugün bugündür politikalar, bu ülkenin içini oyduğu gibi, insanlığın da içini oyacağı kesindir. Hiçbir şekilde doğru olmayan,doğruluk kuleleri,ahlak kuleleri inşa ederken o inşaatın her türlü malzemesinden çalanların, büyük yıkımlar sonrası,kadere sığınmaları ise;korkunç bir maskaralık...

Şengör Hocam ironi yapmış elbet Esin. Sanırım kitabını okuyanlar bunu görecekler. Artık,düşüncenin insana akan tarafına tutunmalıyız; korkuları, tutuculukları bir yana itip yerküre üzerinde,gök-kubbe altında insanlara suç işleten nedenleri eksiksiz,gerçek tam bağımsız bilgi hürriyetiyle tartışmanın yüce erdemi;yüceliğin en güzeli...

Teşekkür ederim sevgili Esin.

Mehmet Osman Çağlar dedi ki...

Öncelikle yazının özgün içeriği için sizi kutluyorum. Esin Hanım'da son derece önemli tespitlerde bulunmuş, tamamına katılıyorum. Bu toplum ne zaman ki bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oldu, ne zaman ki insan milliyetçiliğinin özünü kavramadan, ötekileştirici oldu... olan oldu!

Teşekkürler sevgili Güven!

GÜVEN SERİN dedi ki...



Ben teşekkür ederim Mehmet Osman Bey. Bu kültür dünyasının inanılmaz imkanları içinde,daha doğruya,daha gerçekçiliğe, daha özgün hale ulaşmak adına;insan zihni,sürekli adalet,bilgi ile beslenmek istiyor; onlar,ruhumuza sızdıkça;aynaya bakmak daha huzurlu,yönümüzü,ufkumuzu tararken arınmışlığın şiirselliği saracaktır bedenlerimizi.