5 Kasım 2014 Çarşamba

HAYATTA KALMA MÜCADELESİ


Kamera; Yunus   Ganoslar


Kamera; Güven Ganoslar-Tekirdağ

HAYATTA KALMA MÜCADELESİ

  Her fırsatta yaşama tutunmuş insanların, yaşam çığlıklarını görmeniz mümkündür. Bu işi en iyi yapan canlılar elbette hayvanlardır. Hiçbir yanılgı içine düşmeden, genlerindeki çağrıya; yaşam serüvenine hiçbir koşul koymadan ayak uydururlar.

 Canlıların en sıra dışı olanı insandır. Düşünür, yargılar, aklın ve duyguların, öğretilerin, gelenek, göreneklerin; kısacası her türlü etkinin altında veya üstünde durarak yön çizer; yol alır.

 Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgiyi bilenlerin yaşam sevdası çok başkadır. Daima var oluşu, yok oluşları bile var oluşa bir engel değil, bir anlam, bir yol, bir öğüt olarak alılar, yaşamın coşku dolu tellerine, sımsıcak ve içten dokunurlar.

  Bir de hayatta kalma mücadelesinden vazgeçenler vardır. Yeniköy’lü Hasan da onlardan birisidir. Dostum Yunus’un kardeşi Hasan. Nice Hasan’dan, Ahmet’ten, Hüseyin’den, Ali’den birisi…

  Yeniköy, Tekirdağ’ın değil belki de ülkemizde çok özel sayılacak yerlerden birisi. Tepeleri, vadileri, Rum evleri, daima esen rüzgarı, güneyin yeşili, deniziyle, mitolojinin gizemli geceleriyle bir başka cennettir.

  Yeniköy Hasan’dan önce öldürüldü. Beceriksiz, halkını düşünmeyen politikacılar, bürokratlar tarafından öldürüldü. Yeniköy gibi nice güzel köy; organik tarımın, en güzel en faydalı besinlerini üretecek yerlerden en nadide olanları; çoktan öldürüldüler…

  Yeniköy’ün erkek nüfusu özellikle kışları, dört kişiden fazla değil. Şimdi üç kaldı. En genç olanı Hasan; ibretsel bir tercih ile 50 yaşında, zamansız bir ölüme tepelerden tepeye haykırır gibi haykırarak sarıldı.

  Yeniköy’ün, kısacası Tekirdağ’ın dağ köylerinin ilk önce tütününü, sonra ipek böceğini ve en sonunda bağlarını öldürdüler. Hesabına düşkün Tekirdağ entelleri, her ölümü seyir sefa içinde izlediler de,

NİÇİN ÖLÜYORLAR?

NELER YAPMALIYIZ?

  Demenin erdemine bile tutunmadan, ölümleri normal ölüm gibi; panayırlardaki hokkabazları izler gibi izlediler.

 Yeniköy’lü Hasan, kendi iradesinde, kendi ipini kendi çekti. Kayıtlara intihar diye geçecek. Bir insanın, birkaç bedenin erken ölüşü, hiçbir sorumlu kişiyi ilgilendirmeyecek. Jandarma, Savcı, doktor ve imam, hepsi görevlerini yapmış olmanın yorgun bedenleriyle, belki de birbirine benzediği için aynı gecelere, aynı günlere sıkılarak bakacak; yeni bir şeyler daha güçlü ölümler yok mu, diye düşünmeden edemeyecekler…

  Peki, ama neden? Bir insan niçin ölümü seçer. Yaşamak, yaşatmak en büyük sanatken… Yaşama tutunmak için seksen yaşında bir insanın bile doktor doktor gezip, büyük bir sevda koşusu yaşarken 50 yaşındaki insanın tercihi; niçin ölümden yana…

  Hasan, toplumun büyük çoğunluğu gibi bankalara borçlu… Hasan, dağların, vadilerin serin, ılık, coşku dolu şifasını bırakıp da gitmesinin bir anlamı olmalı! Muhtemelen, sizin kirlettiğiniz dünyanız sizin olsun; ben size, sizin yaşamınıza ait değilim, der gibi gitti; bir insan daha zamansız…

 Yetersizlik, sıkışmışlık; hızla şehirli, hızla modern, uygar olacak denen toplumun hızla borçlandırılıp uygar görünen, yapay devlerin-şehirlerin kan, irin kokan ağızlarına bırakılması; ne büyük uygarlık töreni değil mi dostlarım!

 Alman oyun yazarı Georg Büchner’in Ölümü ve hiçliği anlatan oyununda, nişanlısına seslendiği bir sahne;

 “ Devrim tarihini inceliyorum… Görebildiğim insan doğasındaki yineleme olgusu; yaşamımızı yönlendiren şiddetin önüne geçilemez bir güç olduğu… Birey dalgalar arasında küçük bir köpük sadece.”

 Ne birey, birey olduğunun farkında, ne kent kent olduğunun; ne vekil vekil olduğunun; unvan, şan, şöhret delisi zavallı bir toplum; bütün mesele bu işte…

 Güle güle Hasan… Ismarladığın çayın karşılığı yoktu biliyorum. Ama yine de aklında olsun belki bir gün, ben de bir kahve söylerim sana; karşılığını düşünmeden…

  Güven Serin 





Hiç yorum yok: