1 Ekim 2014 Çarşamba

AKDENİZ

Kamera; Güven   Akdeniz

Kamera; Güven   Akdeniz 

Kamera; Aspendos Tiyatrosu 

Kamera; Güven Aspendos Civarı

Tepeye öyle viran, öyle güzel kurulmuş ki, benim sarayım,benim
viranem dedim...


AKDENİZ

  Işık, suyun olduğu her yerde büyük gösteri yapar. Renklerin gösterisi; maviden yeşile, yeşilden griye; yüzeyden derine inebildiği yere kadar… Suyun olduğu her yerde yaşamın büyük hareketleri de vardır.

  Akdeniz, sayısız uygarlığa ev sahipliği yapmış. Sayısız savaşları, kaybedişleri dağlara kaçışları, mağaralara saklanışları; zaferleri kazanan komutanların zafer kapılarından geçişlerine tanıklık etmiştir. Karain Mağarası, insanın, insanlığa yürüme yolunda, muhteşem coğrafyanın gizli ve gizemli yerlerine tutunduğu anların izleriyle doludur.

 Aspendos Tiyatrosu büyük alkışları bugün dahi duymanın yüksek heyecanıyla yaslandığı tepeye, tepe kadar güçlü görünmenin onuruyla 1700 yıllık türküsünü söylüyor. Bir şeyi eksik olarak; yapılan tamiratlar gülünç diyecek kadar gülünç…

  Karaalioğlu Parkı falezlerin Kaleiçi’ne sarmaştığı yerde; çam ve palmiyelerin gölgeleriyle bakıyor Akdeniz’e. Her anın ışığı, kırılmaları ve dalgalanmaları farklı olarak… Çitlembik ağacı karada mı, boşlukta mı bilinmez; salıncağın üzerine oturmuş çocuk gibi; kara ile deniz arasındaki boşluğun en ince çizgisinde; insan ile hayvan arasındaki çizgi gibi; çok hassas, çok zarif ve manalı duruşuyla…

  Toroslar; Musa Dağı, Olimpos, Tahtalı kayaların, ağaçların, patikaların ve görkemli yaşam gerçeklerinin mitolojiyle karışımını çoktan sineye çekmiş; turizmi, her milletten, her inançtan insanları doğanın bin bir aşkıyla, bin bir renkleri ve sesleriyle ağırlıyor.

  Soğuk bira ve zarif bir an; gülümseyen genç kız, zaman ve mekanı yerle bir ediyor; uçsuz bucaksız Akdeniz; uzanıyor, bedenine süzülmüş dağlara; içlerine kadar sokuluyor, yumuşak kayaları yontarak heykeltıraşın sabrıyla…

  Çocuk taze çocuksu elini açıyor. Bir ağacın miskete benzeyen yeşil tohumlarını falezlerin kenarındaki çay bahçesinin kenarından uçurumdan aşağı Akdeniz’e doğru fırlatıyor. Yerçekiminin güzel sörfü; önce yukarı çıkıyor küçük yeşil tohum sonra, paraşüt gibi aşağı; denizin içinde yüz yıllardır duran kayaların yanına düşüyor.

  Çocuk, gülümsüyor; içten, sevgi dolu. Avucunu bana uzatıyor. Avucu yeniden topladığı ağacın tohumlarıyla dolu! Küçük, ak el; yeşilliğin tohumlarıyla bana uzanıyor. Böylece tohumlar paylaşılıyor; bizler de çocuk oluyoruz; onla birlikte, onun gibi gülümsüyoruz…

 Bir yudum bira, bir yudum sucuklu yumurta ve karşımda gülümseyen çocuk yüz; insandan öte; insan ile hayvan arasındaki en ince çizginin sanata adanmış şiirsel gösterisini yapıyor; sevgi dolu ve yaşama adanmışlığın içinde.

 Çocuğa bakıyorum. Bende gülümsüyorum özenerek çocuğa. Bir gün önce Akdeniz’in büyük sınamasını anımsayarak… Tekne yolculuğu güzel başlamıştı. Dağlara paralel ilerlemiştik müziğin eşliğinde. Akdeniz’in mavi, yeşil, gri sularında arınma töreni ve hoş geldin serinliği yaşamıştık.

 Akdeniz’in dağları, antik kentleri, yaylaları, portakal, limon, muz bahçeleri ne kadar bolsa, korkuları, değişkenliği ve büyük sınaması da o kadar boldur. Durgun bir göl görünümünde olan Akdeniz dönüş yolculuğunda görkemli bir okyanus coşkusuna dönüştü. Sanki Posidon, denizlerin Tanrısı haniden öfkelenmiş; kaptanı, yardımcısını şaşkına çevirmişti. Miço, kendi saflığı içinde tekneyi baştanbaşa dolaşıyor; hiçbir şey yokmuşçasına “biz ne fırtınalar gördük, bunlar çerez” diyerek, tecrübe gösterisi yapıyordu.

 İlerleyen zaman gösterdi ki, Akdeniz büyük sınama içindeydi; deniz Tanrısı Posidon depremleri tetiklemiş, deniz görkemli bir kabarma yaşıyordu. Etrafa savrulan sandalyeler, koltuklar ve çatırdayan tekne turistlere,  yakınımda oturan zarif kadın, Kanun ve Adalet Tanrıçası Themis gibi huzur içinde, bütün korkusunu bastırmış Akdeniz’in derinliklerine, gök ile denizin birleştiği ufuk çizgisine bakıyor.

 Sanki Posidon bütün atlarını salmış, İskender büyük ordularıyla şehre saldırıyordu; yaşam savaşı, büyük koşuşturma, beyazlayan yüzler, bulanan mideler ve insanı ölüm ile yaşam sınamasına davet eden Akdeniz…

 Tekne çatırdaya çatırdaya, yan yata yata önce Akdeniz’in açıklarına, sonra tekrar limana dümen kırdı. Korku Tanrıçası Phobos sırıtıyor. Neşe Tanrısı Risus sükûnet içinde “daha ölmeyeceksiniz, yaşamalı ve anlam katmalısınız gezegene” der gibi gülümsüyordu.

 Antalya limanına yaklaşan, tek tekne bizimkisiydi. Diğerleri hava raporlarını önemsemiş aklın yolu bir deyip denize açılmamıştı. Bir bizim tekne, kahramanlık gösterisi yapmıştı, 17 yolcu ve 3 mürettebat, milat oluşturacak sınanma içinde kendi eserimize büyük çentikler attık. Limanda bekleyen denizciler, oraya gelmiş turistler en az bizim kadar korku içinde limana giren teknemizin zavallı haline acı ve korkunun selamını verdiler.

 Teşekkürler Akdeniz… Minnet ile Adaletin ve Kanunların Tanrıçası Themis…


 Güven Serin  




Hiç yorum yok: