4 Haziran 2014 Çarşamba

TURUNCU MASA-İLAHİ KOMEDYA


Kamera; Güven Pera Müzesi


TURUNCU MASA-İLAHİ KOMEDYA

   Bir dinlence alışkanlığı, yürüyüşten sonra küçük bir çay molası verdiğim yere; Tekirdağ yelken kulübüne geldim. Her zamanki yere; kamış gölgeliğin, sıcak zamanların serin kalan çardağın altına. Çardağın kamışları oldukça gevşek örülmüş. En küçük yağmurda şımarık yağmur damlaları aşağıya süzülüyor. Sanırım orada oturanları kaçırtmakla oldukça eğleniyordur aşağı düşen yağmur damlaları.

 Yağmur ormanlarındaki yağmurlar gibi neredeyse her akşam çardağın kamışlarını, gölgeliğin altındaki mavi, kırmızı, yeşil, turuncu masaları ıslatmaya adet edinmiş gökyüzü, yine alışık olduğu ıslaklığı tekrarladı. Bu sefer kaçmak, geriye çekilmek yerine, Truva Savaşında on yıl direnen Sapartalılar gibi direnmeyi tercih ettim.

  Etrafıma bakındım küçük yağmur damlaları gri denize kalp atışı ritminde inerken. Çardağın altında henüz ıslanmamış tek bir masa vardı; turuncu masa. Islanmama nedenini merak ettim. Masanın üzerinde bulunan kamışlar daha sık örülmüştü. Ayrıca küçük, yeşil bir sarmaşık tarafından da korunmaktaydı.

 Yeni gelen çayımı ve hafif üşüyen bedenimi turuncu masaya emanet ettim. Esinti güzeldi. Yağmur damlaları daha da güzel… İstanbul istikameti griliğin sonsuza uzanan rengiyle onurlandırılmıştı. Adaların bulunduğu yer de öyle; tıpkı denizin griliği gibi. Balıkesir, Çanakkale tarafı aydınlığın beyaz, mavi renkleriyle donatılmıştı.

 Sanki arz en dipte, gri gökyüzü sonsuza, Dante’nin sevgilisi Beatrice ile çıkacağı, ilahi ışığa doğru akıyordu. Grilik garip bir duygu uyandırmıyordu. Tam aksine, Çanakkale, Gelibolu, İda Dağları üzerindeki beyaz, mavi ışınlar gece ile gündüz, hüzün ile coşku kadar hoşluk veriyordu.

 Dante’nin İlahi Komedya isimli eserindeki yolculuğunda ona rehberlik eden çok önemli bir şair vardı. Virgil. Sözcükleri sonsuza uzanan boşluk gibiydi; içinde, yıldızlar, gezegenler, güneşler dolu; katmanlar arası dolaşan Dante gibi insanı; adeta büyülüyor.

 Turuncu Masanın henüz ıslaklık ile tanışmamasını fırsat bilip uzağa, ufkun bittiği yerlere kadar uzandım. Ufkun ötesindeki Burgaz Ada’yı, kalpazan kayayı görün gibi oldum. Sonra, ışığın olduğu yere; İda Dağlarına, Çanakkale Truva şehrine gittim. Truvalılar, Sapartalılar çoktan geri çekilmişler. Yaşamın içerisine, hikâye, masal olarak süzülmüşler.
 Zeus bile savaşı seyrettiği tepeden uzaklaşmış; şimdi çam ağaçları, yakı çiçekleri, yaban karanfilleriyle süslenmiş bu tepeler insanlığın bitmek bilmez kazanç hırsıyla Truva Savaşından daha büyük savaşlara tanıklık ediyorlar.

 Turuncu masa hâlâ ıslanmadı. Kırmızı, yeşil masalar çoktan ıslaklığa teslim oldular. Yağmur damlaları denize ses çıkarmadan sadece düşme anının küçük hokkabazları gibi sıçrayacak gibi yapıp sıçramadan büyük suyun içinde, bir bütünün gururuyla çoğalıyorlar.

 Denizlere hâkim Poseidon mutlu olmalı. Bu dünyanın en görkemli ve en keşfedilmemiş yerleri sularla kaplı olan yerleri. Bilim insanlarının söylediğine göre denizlerin incelenebilen kısmı sadece % 10’luk bölümü… Esas büyük gizem, derinlerde, tuzlu ıslaklığın katmanları arasında; insanlığı bekliyor. Belki de henüz ulaşamadığı gelişmesine, gelişme zamanına şans tanıyor bu ulaşım zorlukları…

  Tekirdağ Yelken Kulübü çay içme dinlenme alanı; turuncu masa ve onu koruyan kamış çardak, küçük haylaz sarmaşık; şehrimizin çok az bulunan bu yerine, sığındığım turuncu masanın bir metre karelik alanına bile umutla, saygı ile baktım. Oysa ceketim olmadığı için, bedenim hızla serinliğin soğumasını yaşıyordu. Esas olan bu soğumayı hissetmekti; miskinlik uykusuna yatmış bütün hücrelerim uyarılmıştı; görevlerini hatırlıyorlardı bir bir; düşünme, irdeleme, vücudumu koruma, kollama, ısıtma, dinlendirme ve insanlık kargaşa ve girdabından arındırma işi; onların büyük göreviydi.

 Hades, ölülere hükmeden Hades, yerin altında, arzın en karanlık yerinde saklı olmalıydı. Ölü bedenlerin ruhları Hades’e ulaşmak için bile onları Styx ırmağından geçirecek kayıkçı Kahron’a para veriyorlar.

 Anladığım o ki, para, yüksek kazanç, güç, rüşvet, bir tanıdık bulma; her zaman gerekli; antik zamanlarda, mitolojik hikâyelerde bile…

 Yine, yaşlı sandalye cinin hikayesindeki kişiye geri döndüm; yan gelip yatmak için, muhteşem ihtiyaçları en altta tutmanın saygın matematiğine, denk bütçe hayaline… Ne çekiyorsa insan, sonsuz kadar sonsuz olan açlığından…

 Güven Serin 

  



2 yorum:

Erdem Özcan dedi ki...

İnsan arada avam tabakayla da takılmalı ki... ilmin kıymetini bilsin. Bu avam arkadaş.. bir bardak çay ve deniz manzaralı ofiste sizi bekler..

GÜVEN SERİN dedi ki...


Eyvallah:)) Kahveleri hazırla sen:))Patronun kahve masrafı için pek sevinmese de ona harcama sanatını da öğretelim Erdem:))