23 Haziran 2014 Pazartesi

MEHMET SEREZ (TEKİRDAĞ'IN GÜLEN YÜZÜ)


Ölümün elinden kurtarabildiği kadar kurtarmaya
çalışan bir ölümlü; belki de ebedi geçişin anahtarı
üretmek,üretmek ve daima insanı girdapların dışına
tırmanmaya çalışmaktır; kim bilir...

MEHMET SEREZ (TEKİRDAĞ’IN GÜLEN YÜZÜ)

  Bilinen, ispatlanmış bir gerçektir yazarların iz bırakmaya çalışmalarının ulvi nedenleri vardır. Bir başka yazarın dediği gibi, “yazmasaydım ölürdüm” Diğer bir yazar da şöyle açıklar, insanlığa adanmış yazarı;
 “ Ölümün elinden kurtarabildiği kadar çok şey kurtarıyoruz.”

  Halkına, halkından öte insanlığa adanmış yazarın, şairin, ressamın; kısacası sanatçının en büyük derdi budur işte; “ölümün elinden kurtarabildiği kadar çok şey kurtarmak…”

  Mehmet Serez de öyle yapıyor. Yazdığı 49 eser… Kurduğu bir sürü dernek, şehri Tekirdağ için kocaman bir ömrün gülen yüzlü yolculuğu… Ne zaman karşılaşsak, ben onu görmeden önce o beni görür; ben tebessüm etmeden önce o eder; içtenlikle… İz bırakmış, yazdıkları kadar yazamadıklarının büyük yangınıyla yolların, aktarımın, şehir kültürünün; bizden sonrakilere muhteşem eserler bırakan bir aydın…

  Kültür Müdürlüğüne, Büyük Şehir Belediyesine, Okullara, Namık Kemal Üniversitesi yöneticilerine seslenmek isterim; ölümün elinden inanılmaz güzel şeyler kurtaran bu insanın verdiği ürünlere, yaşarken kendi sesine, düşüncelerine, mimiklerine, insan sevgisine kulak verin; verin ki, yaşamın içinde yaşamlara katkılar sağlayan insanların onurlu, aydınlık yüzleri bizleri aydınlığa götürecek gülümseme, çalışkanlık, üreticilik ile ödüllendirsin…

 Mehmet Saim Serez’in son eseri yine çok zengin. Tekirdağ’ı, coğrafyasını, odaları, dernekleri, çok değerli bilgiler, araştırmalar ile bu şehre gönül vermiş her insanın sahip olması gereken bir kitap.

 Tekirdağ’a geldiğimde, göçlerin kokusunu, rengini, tazeliğini duyduğum kadar ıssızlığını, hüznünü ve ölümünü de gördüm. Ben geldiğimde Bulgaristan’dan, Yunanistan’dan, Makedonya’dan gelenler çoktan yurt edinmişti şehri Tekirdağ’ı.

 Peki, bizden önce yurt edinmiş olan Rumlar neredeydi? Buraya tıpkı Mehmet Serez gibi iz bırakan Rumlar, Yahudiler, Ermeniler neredeydi? Onların ahşap evleri, taş kiliseleri buradaydı. Okullara dönüşen kiliseler, ağıtlar yakan ahşap evler, göç etmiş değirmenler; bu topraklarda hiç durmamış, hiç bitmemiş dönüşümün, kirli oyunların yolculuğuna çıkmışlardı.

 Şehirler geçmişiyle ne kadar barışıksa o kadar güzel, sıcak görünürler. Sürekli değişen sokakları, caddeleri, parkları, yıkılan, yerinden sökülen ağaçları, tarihi; şehirleri hızla kimliksizleştirir.

 En güzel örneği Kumbağ’a için verebilirim. 1980’li yılların turizm cenneti; şimdi can çekişiyor. Niçin? Doğası, tarihi ile barışık işler yapmadıkları için…

 Bu şehir ahşap ev zenginiydi. Farklı insan kimlikleriyle inanılmaz farklılık yakalamıştı. Nasıl 1980’li yıllarda Bulgaristan büyük hata yapıp en değerli, üretken insanları Türkiye’ye kaçırdıysa, bu şehrin mimarisine, turizmine, ticaretine can katan Yahudileri, Ermenileri, Rumları da öyle kaçırdık.

 Mehmet Serez, izleri, bölgeye, şehrimize katkı sağlayan ölümlü bedenlerin ölümsüz inançlarıyla hareket eden her türlü etkinliği gözler önüne seriyor. Ganosların, efsanelerin, denizin şehri olan Tekirdağ’ı bir parça sevdiyseniz, bu yazarın açtığı patikalara tırmanmanız, tırmanmadan önce onun eserleriyle yüzleşmeniz gerekir.

  Kambur Ahmet Ağa Hamamını bir başka değerli yazar Öksel Demir’in kitabından öğrenmiştim. Şimdi aynı dikkati Mehmet Serez’in kitabında bir kez daha hüzünle hatırlama anı yaşadım. Geçmişi, yaşanmışlığı bu kadar önemli olup da, yine büyük cesaretle direnen o kalıntıyı, turizme, şehrimizin geçmişi ile geleceği arasında en güzel ana restore edip katmamanın derin hüznünü yaşıyorum.

 Umarım Kültür Müdürlüğü Kambur Ahmet Ağa’nın kalıntısını çok geç olmadan fark eder, yazgının son çaresiymiş gibi o viran binayı şehrimizin sembolleri listesine katar.

  Serez’in çalışmasıyla bir başka eser daha gün yüzüne çıkıyor; Hacı İlbey Okulu, tarihi mekanın anıları, hatıraları ve bahçesinde bulunan 400 yaşındaki çınar ağacı ile yöreye, şehrimize katkı yapacak düzenleme ile yeniden gözden geçirilip kültürel amaçlı hizmete kazandırılmalı.

  1980’li yılların başında geldiğim şehrim ve yanından geçtiğim ahşap evler, taş okullar, ismini şimdi öğrendiğim insanların adlarını fısıldıyordu;

Kramitçi Yorgi, Bahçıvan Dimitri, Balıkçı Matyos, Şarapçı Mardiros, Camcı Simon, Eczacı Nikolaki, Gazinocu Serkis, Kuyumcu Tarandofil, Ahçı Apostol, Meyhaneci Foti. Değirmenci Todoraki, Tücar Takor, Çizmeci Karanfilyan, Takunyacı İstavri, gibi Ermeni, Rum hemşerilerimiz; bu şehre gönül vermiş insanlar; onlar, bizden daha çok sevmişler bu şehri; bıraktıkları yapıları, ortaya çıkarttıkları çeşitliliği incelersek anlarız bunu; anlamış olmanın yüzleşmesini de yapma fırsatı bulmuş oluruz…

 Bir ünlü sanatçı gelince aynı karede görünmek için deli oluruz; fotoğraf çekilip o ünlünün üzerine binen ünlerden, ün toplarından, zenginliğinden yararlanmak isteriz. Her fırsatta çektiğimiz fotoğrafı, onunla yaptığımız söyleyişi anlatmak isteriz.

  Bu şehirde nice sessiz güzel insan gibi en değerli ünlülerden birisi de Mehmet Serez’dir; yazdıkları kadar yazacakları olan; ölümün elinden kurtarabildiği kadar değeri, kanıtı, kalıntıyı, eseri kurtarmaya çalışan onurlu insan; fotoğraf çekilecek, söyleyişi yapacak, zenginliğinize zenginlik katacaksınız; o hep burada; şehrimizin caddesinde, daima yazdığı, çalıştığı iş yerinde…

 Güven Serin 
 

  

4 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Bizim de Tarık Akıltopu amcamız vardı. Mimar, şair, yazar ve Antalya aşığı. Derya gibi bir insandı, ışıklar içinde uyusun. Antalya'ya çok emeği geçmiştir.O'nu anımsattı. Mehmet Serez Beyefendi'ye de sonsuz saygı ve minnet bizden.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Günaydın Begonvilli Ev. Tarık Akıltop'a hangi boyutta olursa olsun el kaldırıyorum,insan bedeninden diğer bedenlere akan ışığı;bir selam olarak yakıp söndürüyorum. Teşekkür ederim;saygıyla...

Esin Bozdemir dedi ki...

Tekirdağ'ın gülen yüzü Mehmet Serez Beyefendiyi saygıyla selamlıyorum.

Yaşadığı topluma sahip çıkan ve bu sahiplenişi, kültürel ve tarihi mirasıyla birlikte; korumak, yaşatmak amacı ile pek çok esere imza atarak ölümsüz kılan, bu değerli insanı bizlere tanıttığın için çok teşekkür ederim sevgili Güven.

Bu arada,'Hacıilbey okulu' adını duyunca bir an gözlerim faltaşı oldu! Balıkesir'de okuduğum ilkokulun adı da Hacıilbey'di çünkü. Tekirdağ'da da bu isimde bir okul olduğunu yeni öğrendim.

Tarih ve kültürümüzden uzaklaştıkça, aidiyetten de yoksunlaşmakta ve kimliksizleşmekteyiz! Bu ise son derece üzücü!. Oysa nice hikayeler barındıran o tarihi mekanlar korunmalı. Bu uğurda mücadele veren ve kalıcı eserler bırakan yürekli, vefalı çalışkan insanları ise çok ama çok değerli buluyorum. Tekrar teşekkürler Güven..

İyi haftalar, esenlikler dilerim..

GÜVEN SERİN dedi ki...


Esin,her zamanki gibi duygu yüklü duyarlı insan eliyle sözcükleri geleceğe adanan bir tapınağın inşasına taşınan yontulmuş taşlar gibi taşımış,yerli yerine koymuşsun.

Çok teşekkür ederim;aydınlığı sadece kendi önüne ışık saçmak olan budala tiplere hep acıdım; sonra da neden biz anlaşılmadık demenin zavallı inlemesini yapmazlar mı?

Sevgiyle...