14 Haziran 2014 Cumartesi

BİR AKŞAM ÜSTÜ


Kamera; Güven Bir Akşam Üstü...


BİR AKŞAMÜSTÜ ve 50. YIL ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİ

  Bildik olan yere; Emine Hanım ile Ömer Bey’in çay demledikleri, kahve pişirdikleri esintinin bol olduğu; yelken kulüp çay bahçesine gittim. Bildik esinti; sahili yalayan dalgalar; ağır ağır geceye doğru akan gün…

  Bir mekân sizi çekiyorsa, döngünün çekim kuvvetine girdiyseniz bunun birçok sebebi vardır. Yelken Kulüp çay bahçesine gitmemizin en önemli nedenlerinden birkaçı; esinti daima orada; bedeninizi kimi kuzeyden, kimi batıdan, kimi güneyden esen doğallık ile yalayan esinti… İkincisi ise; Ömer Bey ile Emine Hanım'ın samimiyetleri; kendi ellerinden emekleriyle ortaya çıkarttıkları güzel ağırlama töreni…

  Bir tören daha yapılıyordu yılsonu mezuniyet törenleri adına. 50. Ortaokul Öğrencileri; küçük hanım ve beyler artık liseli olma yolunda yeni bir döneme başlayacaklar. Onlar da öğretmenleri, öğrenci arkadaşlarıyla geçen zamanı, zamanın insan bedenine bıraktığı anılar; coşku, dönüşüm heyecanıyla birlikte yılsonu etkinliğini, müzikle, yemekle ödüllendiriyorlar.

 Denizin heyecanı, ayın ışığı ile ortaya çıkan ışık yolu; genç hanımlar ve beylere güzel bir görsel şov; arka fon; sihirli bir ortam sunuyordu. Emine Hanımın hal hatır sormasından sonra gelen çayımı ağır ağır yudumladım; müziğin, gençliğin olduğu piste bakarken.

 Müzik kendi ritmini, denizin sahili yalayan sesiyle birleştiriyor; ben de bu birleşime güzel bir ayak hareketiyle karşılık verdim. İçim içime sığmıyor; bir yandan da yazın dünyasına adanmış olmanın alışkanlığıyla gözlem yaptım. Dikkatle baktıkça, harika gösterinin ne kadar yetersiz, ne büyük yetmezlik içinde geliştiğine tanık oldum.

 Beni şaşırtan şey neydi?

 Bir tarafta kızlar, bana yakın tarafta ise erkek öğrenciler eğlenmeye çalışıyordu. Kızların giyinişleri tam da geceye uygun; hepsi birer genç kadın zarafetindeydi. Ya erkeklerin ki! İnanılmaz bir uyumsuzluk, özensizlik söz konusuydu. Bu geceyi önemsemedikleri için mi? Yoksa erek adam, ne yapsa yeri; fazla zarif olmaya gerek yoktur, alışkanlığı mı?

 Bir başka rahatsızlık sebebim ise inanılmaz bir burukluk yaşamama neden oldu. Çocuklar onların eğlenmesi için havaya yayılan müziğin ritmine uyum sağlamayı bilmiyorlardı. Ne garip bir şey ki; ne kendi kültürümüzün müziklerine ayak uydurdular, ne batı müzikleriyle dans edebildiler.

 Çocukların eğlenme hareketlerini tam bir cümbüş gibi; hoplama, zıplama bile diyemeyeceğim, gelişi güzel kalgımalardan başka bir şeye benzetemedim. Kızlar biraz da olsa müziğin ritmine uyum sağlamaya, sanki genlerinde olan coşkuyu ortaya çıkartmaya çalıştılar.

 Gençleri imrenerek aynı zamanda üzülerek izledim. Hayatın içinde, matematik, fizik, biyoloji olduğu gibi; müzik, dans, eğlence de var. Bunlar ne kadar çok çoğalırsa, toplumun olgunlaşması, rahatlaması o kadar çok oluyor; gergin, deşarj olmamış çocukların; okulunda, evinde doğal ve huzurlu olmaları mümkün mü?

 Bu kadar sosyallik, muhteşem bilgi akışı, imkânlar neredeyse evlerden taşıyorken; ortaya çıkan bir gerçek; İÇİNE KAPANAN insanlar hızla çoğalıyor. Sağlık harcamalarında hapa-ilaca; psikolojik tedaviye harcanan ilaçlara her geçen gün artıyor.

 Gençliği, bu kadar çok; eğitime, işe, çalışmaya büyük alaka varken; “Milli Eğitimin”, ülke geleceği hakkında karar verecek diğer sorumlu kişilerin sınıfta kaldığı ortadadır. Ezber eğitimle, sürekli değişen milli eğitim politikalarıyla, serseme çevrilen gençlerimiz; kendi kültürlerinden süzülen, yüzyıllardır uygulan müzik gösterilerine, oyunlara, toplumsal nezakete uzak kalmaları; vicdan, görgü, bilgi sahibi her insanı üzer…

 Yelken Kulübün yakamoz ile kavuştuğu sahil kenarında her şey vardı; çay, kahve, samimiyet, müzik ve gençler. Bir şey yoktu; gençlerin müziğin ritmiyle, eğlenecekleri oyunların içinde olmamaları!

  Sanatın bir parçası olan müzik, dans; en az matematik, fizik, kimya kadar önemlidir. Her türlü kabalığa, depresyona iyi geldiği ortadayken; bu çocuklar ne dansı, ne zeybek, ne karşılamayı bilmemeleri, uygarlığın bir parçası değil; uyurgezer yöneticilerimizin gençliğin ihtiyaçlarını, görgülerini takip edememelerinden ortaya çıkan korkunç bir özürdür…

  Güven Serin 





2 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Denizin kokusunu alır gibi oldum. Köye yerleştiğimizden beri özlediğim şeylerden biri de deniz. Burada çam ormanları ve kuş sesleri beni teselli etse de Akdenizli genlerim denizi özletiyor.
Evet insanlar içe kapanır oldu. Beraberinde asosyal davranışlar ve zayıflayan insani ilişkileri de getirdi bu durum. Sanatla ilgili görüşlerinize katılıyorum. Selamlar..

GÜVEN SERİN dedi ki...


Teşekkür ederim Begonvilli Ev. Eğer kokuları duyumsamaya devam ediyorsak, sesleri, çığlıkları ayırt etmeyi şaşırmadıysak,yaşam bizi heyecanlandırmaya,bizim için anlamlı olmaya davam ediyordur. Saygılarımla...