8 Mayıs 2014 Perşembe

MİDYECİ ÇOCUK


Kamera; Güven Kaleiçi-Antalya

"Kader diye bir şey yoktur,yalnız sınırlar vardır.
En kötü yazgı,sınırları sabırla karşılamaktır.
KARŞI ÇIKMAK GEREKİR." 


Kamera; Güven  Kaleiçi
Niçin merak ettim? Yüzlerce kişinin içinden niçin
onu seçtim? Halbuki bende akan zaman gibi
akan şarap,bira,rakı,müzik ve çığlıklar gibi
akmak istiyordum. Elbet,oturan midyeci 
çocuğun yüzündeki yorgun huzuru gördüm.
Bir yazar için en kötü şey, en olmadık
yerde ıslanmaya,üşümeye, yanmaya
başlamasıdır. Kalem ve kağıt gerekir;
yanmamak,üşümemek,ıslanmamak için..


MİDYECİ ÇOCUK

 Tabiatın oldukça cömert bulunduğu yerdeyim. Tabiat cömert olunca, bu cömertliğe koşan insan topluluğu da zenginliğin gösterisini anlatan yapılar çıkarıyorlar ortaya.

 Siz, istediğiniz kadar “temizlik imandan gelir” sözünü söyleyin. Siz, istediğiniz kadar “gâvur bunlar kıçını yıkamaz” sözüne takılı kalın. Sadece şunu öneririm, bindiğimiz otobüslerin niçin pis koktuğunu anlamayı. Sokakların bu kadar çok temizlik imkanı varken niçin temiz durmadığını, evlere girerken ayakkabı çıkartan insanların o ayakkabı ile tükürdüğü yığının üzerine niçin bastığını…

 Doğanın cömertliğine karşılık, buralarda da cüretkâr ve sanat ile mimariyi önemsemiş, matematiğin, sosyolojinin bilincine binlerce yıl önce varmış uygarlıklar yeşermiş. İsterseniz Perge’yi, isterseniz Assos’u, Simena’yı, Phaselis’i, Bergama’yı, Efes’i gezin; orada, tiyatroların, kanalizasyonların, hamamların, kütüphanelerin, alışveriş merkezlerinin, genel evlerin olduğunu göreceksiniz. Peki, ama bu kıçını yıkamayan gâvurlar, meraklı da oluyor. Öğretilere, öykülere, sanata, bilime, değişime meraklı…

 Suyu, acıları, merhameti, gösteriyi bu kadar sevmiş olan bizler, sokaklarımızın, parklarımızın, yıkanmayan çoraplarımızın, her gün giyinen ayakkabılarımızın dayanma güçlerini merak etmez, yüksek koku kurnazlıklarını niçin görmezler?

  Midyeci çocuk, bütün bunların dışındaymış gibiydi. Huzurlu bir yorgunluk içinde, ritmi, sesi yüksek müziğin büyüsüne kapılmış insan dolu sokağın köşesinde en kıdemli rahip gibi. En usta yazar, şair gibi yaptığı işin bilincinde, yorgun ama huzur içinde midye tavasının yanında, ritme, insan gürültülerine ince bir çizgi çekip, kendi hayallerine, düşlerine ait olmanın, iki boyut arasında bir yerde, dünyaya bakan bir misafir gibi, gideceği zamana ait yüzün kralı gibi duruyordu midye tavasının başında.

 Adıyamanlı Ömer yıllardır Kaleiçi hizmet dünyası içinde yoğruluyor. Sezondan sezona göçmen kuşlar gibi uçup duruyor; kıtadan kıtaya. Sesleniyor bana;

 “Bizim bu alanda herkes birbirini bilir ve tutar. Eğer iyi bir aşçı, garson, iyi bir işçiyseniz, asla ama asla aç kalmaz, muhakkak bir işiniz olur. Mesela, burada bulunan midyecilerin tamamı Mardinlidir. Bu işin zevkini, kalesini Mardinliler tutmuştur.”

 Midyeci çocuk el işaretimi bir tanıdığın özlem dolu çağrısı gibi algıladı;

-         Buyur ağabey.
-         Biraz midye almak istiyorum.
-         Hemen ağabey.
 Müzik, ritim, coşku, insan konuşmaları göğe yüksele dursun, midyeci çocuk, bir duvar ustası gibi midyeleri tek tek koydu birasını içip ahşap masasına oturduğu, yüksek ritmini dinlediğim müziklerin mekana. Belli ki işyeri, insan dayanışması ve kollaması vardı bu dünyada.

 İsmi Apo. Mardinli. Dört arkadaş gecenin en derin saatlerine kadar; 3.00–4.00’a kadar oralarda bekliyorlar; çevre dükkanların, dükkan sahipleriyle ne kadar uyumluysalar, müşterileriyle o kadar huzurlu bir seslenişin geçiş törenini yapıyorlar. Sezondan sezona, biriktirdikleri her kuruşu, evlerine; analarına yolladıkları gerçeğine sadık kalarak…


 Kaleiçi, gecelerin sarhoşluğuna susadığı kadar, göçlerin, göç edenlerin beslenişine de ev sahipliği yapıyor. Bir yerde taşkın varsa; o yerde millerin bereketi de vardır. Yepyeni canlılar gelir, yepyeni canlılara can verecek, canlara can katacak besinler gibi… Kaleiçi, Rock, Blues, Latin, Pop, Türk Sanat, Türk Halk müziklerine ev sahipliği yaptığı gibi, Adıyamanlı, Mardinli, Ömerlere, Apolara da ev sahipliği yapıyor.

 Antalya Kaleiçi Fransız'ı, İngiliz’i, Alman'ı, Türk'ü mutlu ettiği kadar Kürdü de mutlu ediyor; var olan tabiat gerçeğine sadık kalarak, tüketmek isteyen insanlara, üretmenin sunumlarını, sanatın, alın terinin, gayretin, dayanıklılığın melodik seslenişini yaparken mutlu olmak; hem yorgun, hem huzurlu; midyeci çocuk gibi…

  İsmi hangi millet, hangi ülke, hangi ırk olursa olsun, insanlık erdemiyle besleniyorsa, insanlığa her söz bırakılan kocaman bir mirastır. Bu mirası en iyi bırakanlardan birisi de Pavese’dir. Pavese;

“Kader diye bir şey yoktur, yalnız sınırlar vardır. En kötü yazgı, sınırlara sabırla karşılamaktır. Karşı çıkmak gerekir.”

 Midyeci çocuk, kader denen şeye inanarak da, yazgının sınırlarına karşı çıkıp üretenlerin zevkine varmış, ebedi arayışı, ebedi zenginlikle değil, sınırlı imkânları, sınırlı beklentiler ile yorgun ama huzurlu hale getirmiş, gece sabaha akarken bile…

 Güven Serin 



  

Hiç yorum yok: