13 Mayıs 2014 Salı

KUTUPTA YAZLAR KISA GEÇER


Bir Fransız kadın; o, Sylvie... Türk dünyasını,ticaretini, duygusallığını
anlayıp, Fransız zekası,zarafetiyle güzel sunumlar yapan insan...

Kaç yaşam,anılar mezarlığına,hiçlikler bataklığına dönüşmeden
taze kılar yaşamı; kaç yaşam,bu tazelik için durmadan
tohum üretir...

Kadehler sadece şarap ve rakı ile yükselmez göğe,
kahve ve meyve suyunun da zafer çığlığı atma
nedeni vardır; insan,dönüşüme,yeşermeye muhtaç
insan çağlayanları oluşturmak için...

KUTUPTA YAZLAR KISA GEÇER

  Okuduklarımız, dinlediklerimiz ve izlediklerimiz sayesinde dünya hızla küçülüyor. Eğer ki bu dünyayı insan kalıcılığı, doymazlığı ve cahilliğinde kabul etmediyseniz, gezmenin, görmenin, öğrenmenin ve paylaşmanın yüksek erdemiyle esas göçe, yolculuğa hazır olma çalışmaları içindeyseniz, çevrenize, yaşadığınız coğrafyaya ve dünyamıza ilgi, alaka ve sevgi gösterirsiniz.

  Neredeyse çürüme noktasına gelen politik savaşlar sayesinde aynı zamanda iyi bir belgesel takipçisi de oldum. Kuzey Kutbunu tanıtan belgeseldeki görüntüler oldukça güzeldi. Uzun süren kış, büyük kar ve buz tabakaları eriyip kısa süreli yaz güneşi, yeşilliği ve neşesi çıkmıştı ortaya. Buna benzer belgeseller fazlasıyla izledim. Kuzey Kutbunun yazının kısa olduğunu da biliyorum.

  Kuzey Kutbunu ve görüntülerdeki güzellikleri tanıdan kişi, o yöreyi sevmiş olmanın, göz pırıltılarını, yüz mimiklerini de saçıyordu. Ve parıldayan güneşin yaşama akan sularının şırıltısında karınlarını doyurmuş ayı yavrularının oyun sahneleri, kuşların sevinç türküleri eşliğinde yapımcı ruh ve beden bütünlüğüyle seslendi izleyicisine;

 “ Kutupta yazlar çok kısa geçer. Ama oldukça güzeldir.”

 Bu söz, bu kelimeler seslenişi, bazen bir romanın, bir ömrün, bir hikayenin anlatımı kadar uzun ve anlamlı, söylenecek bütün sözleri içine almış yaşam dolu gezegen kadar yaşam kokuyor.

 Nice yaşlı insanla konuştum. Kendi deneyimlerimden şunu edindim. Birbirine benzeyen yaşam biçimleri bir süre sonra tekrarın girdabına düşüyor. O girdap, aynı yaşamları sıradanlaştırıp iç içe geçiriyor. Bir ömür, koca bir ömür de sürseniz, birbirine benzeyen günler, aylar yaşamın tadını, tuzunu, heyecanını da kemirmeye başlıyor.

 Yaşamın içinde, bir sürü deneysel gözlemlerimde şunu da gördüm ki, bolluğun, hazırın, emek harcamadan kazanılan her şeyin, her hak edişin veya kavuşumun tadı-tuzu da olmuyor. Tıpkı, çocukluğumuzda karpuzu, kavunu, domatesi, biberi çuvallar dolusu görüp kıymet bilmediğimiz gibi; günde beş-on karpuz kırardık, en iyisini bulana kadar. Kimine kelek der, kimisine burun kıvırırdık.

 Bolluk da şımartır insanı, emek sizlik de… Tekrarlanan, özlemden, yorgunluktan uzak her şey de kendi doğal bıkkınlığını yeşertir. İşte bu yüzden bu söz içimi titretti. Kısa olan kutup yazlarının ne kadar güzel olduğunu, o güzelliklere gönül vermiş bilim insanı tarafından anlatılırken, bir başka anlamları bir yazarın evrene adanmış amatörü öğrenciliğin öğrenme telaşıyla kabul ettim.

 Bir tanıdığım vardı; sevdiği insanı hep yanında görmek isterdi. Ve bir gün, uzak oluşlarını, yeterince doğru olmayışlarını bahane ederek ayrıldılar. O ayrılışları gelince aklıma, kutup yazını, o muhteşem güzellikte oluşu da dönüşüm yaşadı. Ayrıntı dolu, yaşam telaşına, bir tek güne önem veren tabiatın dirilişine, hayvanların koşturma cısını düşündüm; güzel ve mutlu olan şeylerin kısalığı, tabiatta bile kendi uyumunu, dengesini oluşturmuşken, insan denen büyük ustanın sınırsız beklentileri, azı, sınırlı olanı kabul etmezken, çoğu yok etmenin sarhoş ve bıkkın eylemlerini içim sızlayarak hissettim.

 Biliriz ki, KUTUPTA YAZLAR KISA GEÇER. Ama oldukça güzeldir, hareket, renk, ışık, ses kokar… Eriyen buzların şırıltısı beyazlığın diğer renklere dönüşümü güzel ve kısa bir yaşamın tekrarıdır. Belki de tabiatın bol seçenekli güzelliklerinden sadece birisini, biz düşünen insana, insanlığa bir anlatış biçimidir; kim bilir…

 Güven Serin 




Hiç yorum yok: