9 Mayıs 2014 Cuma

BİR KÖPEĞİN HİKAYESİ


Kamera; Güven 

Sağlıklı olmak,taze ve dinç kalmak, ne güzel şey...

KÖPEĞİN HİKAYESİ

  Bir kedi sıcak bir yer, onu okşayan ve doyuran bir el bulunca mutludur. Doğanın sancılı değişimlerinden daha da mutlu olmak için çağrıya kulak verir ve evrensel döngünün dönüşümü için miyavlar durur.

 Aynı şey, bir köpek içinde geçerlidir. Onu seven, doyuran bir insana tüm ömrünü adar. Ondan önce yola düşer, ondan önce tehlikeyi sezer ve canı bahsine yüklendiği görevin, bir parça ekmeğin ve saygının bedelini öder.

 Uygarlığı ilerlettikçe, sevdiğimiz bütün hayvanları kentlere, aynı bizlerin yaşadığı yerlere; yani kafeslere, vitrinlere sıkıştırıp, aklımızca daha da uygar davranmış olmanın onuruyla, pek de insanca çalım saçıyoruz.

 Kediler, kuşlar kafeslerde, köpekler zincirli tasmalı ellerde seviliyor, gezdiriliyor. Balıklar çok yakınımızda, kuşlar da öyle, köpekler de… Bu canlıların şanslı olanları var; yedikleri önünde, yemedikleri ardında. En ufak rahatsızlıklarında hayvan doktoru ayaklarında şifa dokunuşlarıyla şımartır güzel hayvanımızı.

 Büyük usta Doğan Kuban insan vicdanı ve insanın bilgi ile evrene yapacağı o erdemli yolculuğu taşımanın uyarısını son nefese kadar yapmaya devam ediyor;

“ Çayıra salınan at, eşek, koyun mutludur. Karnı tok, uyuyan kedi mutludur. Uygarlıkla ilişkileri yok. Çiçeğe konan arı da mutlu olmalı! Belki farkında değildir. Onun balını yiyen ayı da mutludur. Ama uygar değildir. Kaldırımda uyuyan köpek mutludur. Ama onun yanından geçen mutlu değildir. Bunları birlikte yaşatan belediye uygar değildir. Yolları otopark olarak kiralayan belediye mutlu olabilir. Ama uygar değildir. Kaldırıma çöp bırakan mutlu olabilir. Ama uygar değildir.”

 Şehrimin mutlu ve uygar insanlarına seslenmek isterim. Eğitimi, öğrenimi, değişen dünya sahnesinde yol alma yolculuğunu iyi algılayıp, iyi kokluyoruz. Eğitim düzeyi, okur-yazarlık, ülke sıralamasında araç sahip olma, markalar arasında bilgiçlikle, parsel, pafta kavgalarında, güzel giyinip, bir yerlere gitme, görme, yeme-içme anlamında oldukça başarılı görünüyoruz. Sanırım kendimizi Anadolu'nun belli yöreleriyle kıyaslarken oldukça uygar olduğumuzu da düşünüyoruz.

 Peki, ama şehrimizde yaşayan hayvanlar için uygarlığın neresindeyiz? Köpekler, şehrin bütün sokaklarında sığınmacılar gibi yaşıyorlar. Hangi evin, hangi sokağın onlara zarar vermeyeceğini koklayarak ve onlara yaratıcının verdiği o içsel sezgilerle anlayıp o sokağa, o mahalleye taşınıyorlar. İstedikleri tek şey; bizlerin artıkları… Ne temiz, yumuşak ve klorsuz bir su, ne de az pişmiş bir parça bonfile. Ne verirsek, onunla mutlu olmanın, onun hatırına bizim için avlamanın, etrafı kontrol etmenin bekçiliği içinde büyük gösterinin büyük şölenini tekrarlayıp duruyorlar.

 Şehrimizin yeniden şekillendiği, spor salonlarının, tesislerinin; kısacası milyonluk yatırımların yapıldığı yerde bir köpek yaşıyor. Yaşadığını sanıyorum! Kuyruğu kuru bir dal gibi sallanıyor. Tüyleri çoktan dökülmüştü. Dişi bir hayvan olduğunu, kavrulmuş, uzamış, neredeyse yapma birer memeye dönmüş uzuvlarından anlıyorsunuz. Gövdesi bir iskelet ve o iskeletin kocaman bir başı var. O başa bakınca eğer insan kalan bir tek hücreniz varsa, kendinizden utanacak kadar utanmaz bir insanın varlığını buluyorsunuz.

 Bu köpek kim bilir kaç zamandır hasta. Deri hastalığına tutulmuş. Hâlbuki bir tek iğne ve bir tek hapla iki hafta içinde düzelecekken, neredeyse ölümle dans ediyor. Belli ki bu hastalığa yakalanalı aylar geçmiş.

 Bu köpeğin sağlıklı olduğu zamanlarında tüyleri nasıldı bilemiyorum. Avlaması, insanla oyun oynayıp, onunla birlikte koşması nasıldı; hiç görmedim. Gördüğüm şey, tam bir insanlık trajedisi.

 Bu hayvanın sığındığı yer yakın zamanda şehrimize yapılan en büyük yatırımlarının olduğu yer; Olimpik Yüzme Havuzunun ve Atatürk Spor Salonunun olduğu büyük, gösterişli binaların hemen kıyısında yaşama tutunmaya çalışıyor. Bu mekanlara her gün onlarca, yüzlerce insan geliyor. Çoğunun pahallı arabası, pahallı parfümleri ve canlarını verecekleri güzel çocukları var.

 Bu insanlar, markaları iyi bilirler. Hangi unvanlara saygı göstereceklerini, kimlere sırıtıp, kimlere kucak açacaklarını da iyi bilirler. Bu insancıkların muhtemelen süs köpekleri, kedileri ve vitrinde şımarttıkları kuşları da vardır. Ve bu insanların araçlarını park ettikleri büyük gösterişli spor tesislerinin yanında yaşayan bir köpek var; kocaman başı, hiçbir yere şikayet dilekçesi yazmamış vicdanıyla; sadece yaşamak için daha ölmemiş olmanın haberdar lığını yapıyor.

 İki haftadan bu yana geç ta kalınmış olsa ilaç tedavisine başladım. Zaman zaman karnını doyuracağı yemekleri getiriyoruz. En son gelişimde yine aynı yerde; o büyük, pahalı tesisin hemen yanında yaşamak için uyuyordu. Eskiye göre biraz tüyleri çıkmış olsa da, kuyruğu yine kuru bir dal parçası gibi. Memeleri kararmış, uzamış ve çoktan süt vermeyi unutmuş ölü bir bedenin ölmüş uzuvları gibi iğrenç, lanetli bir hal içinde.

 Beni gören bu köpek yaşamın en güzel belirtisi olan yaşam hatırına koşturarak geldi. İnsan şaşıyor, yaşamdan çok ölümü temsil eden bu hayvan nasıl bu kadar yaşam savaşı veriyor diye. İkinci hapını verdikten sonra bizlerin beğenmediği, bizlerin değersiz artıklarını sütle karıştırıp önüne bıraktım. Öyle bir yiyor ki, öyle bir iştah, gayret içinde ki, ölü bir bedenin, tekrar yaşama girmek için, arınmanın o büyük değişimin gelişimi için sanki tekrardan suya batıyor; batıyor ki, arınmış, yenilenmiş olarak tekrar sudan çıksın yaşama…

Pahalı araçlarınızla, değerli çocuklarınızla Olimpik Yüzme Havuzunun, Atatürk Spor Salonunun ve ölümlere ev sahipliği yapan eski mezarlığın yanından geçerseniz, Atatürk Spor Salonunun kantini yanında henüz tüyleri çıkmamış, kuyruğu kuru bir dal ve kocaman bir başı taşıyan bir iskelet göreceksiniz; lütfen, insan olduğunuzu hatırlayıp, sizlerin beğenmediği yiyecekleri getiriniz. Ve sadece o köpeğin, yaşama duyduğu minnet duygularının yine yaşama nasıl çaba verdiğini, ne büyük bir iştah, hız ile yiyecek yeme ustalığını izleyiniz…

Güven Serin



Hiç yorum yok: