7 Mayıs 2014 Çarşamba

ADRASAN OLİMPOS ARASI


Kamera; Güven Musa Dağı  

Millet gider Mersine, ben gider tersine tersine.
Tüm yürüyüşçüler Olimpos Adrasan yolculuğu yaparken,
ben Adrasan Olimpos yürüyüşü yaptım. Gezgin ruhu,
patikalarda durup yol verip nazikçe selamlama ile
beslenir; herkes kendi dilinde selamlar, tabiat ise
kendi sonsuz diliyle; kokular,sesler ve görüntüler...


Kamera; Güven Musa Dağı tırmanışı birazdan sona erecek.
Bir yudum suyumun kaldığı anlar; bütün güzellikler masalımsı
ama ben illa ki "su" diye inliyorum.

Nasıl ki fizik,matematik, kimya formüllere muhtaçsa,
insan,insanlık yolunda formüllere ihtiyaç duyar; bazen
bu formüller çıkar devreden ve mistisizm sokulur nazikçe.
Eğer, yürüyüşe koşulsuz çıktıysanız, dağ,orman,kent
sizi test etmiş ve kabul eyledilerse; sadece olanları,sıra dışı
bir güzellik içinde kabul ediniz; açıklamaya zorlanacağınız
kadar sıra dışı...


Kamera; Güven Musa Dağı. Zirveye çıktığımda güzel
sürpriz, taş bir kulübe... Elbet benim de ona bir
sürprizim vardı; yorgun kaslarım, kurumuş boğazım
ve beni test eden ümitsizliğim...


Kamera; Güven Musa Dağı
Bir gezginin bıraktığı temiz su; bir miktarını aldıktan
sonra geriye bıraktığım yaşam kaynağı...
Bir dakika önce sesli düşünüp "su" diye yalvaran
bedene, böyle bir hediye, sıra dışı harika bir
sunum değil midir? Sanki yüz yıldır su içmemişler
bilirler; üç yudum suyun nasıl iyi geldiğini; ve
koşulsuz bakışa, boşluğun enerjisine, insana
süzülmüş bütün elementlere şükran..


Kamera; Güven   Likya yolu,seçenekler gösterisi,
kokular,sesler ve düşler diyarı gibi bir yer;
ağır ağır birleşiyorsunuz,dağılan diğer atomların ait oldukları
zamanların hikayeleri,ruhlarıyla.


Kamera; Güven   Likya yolculuğu en tenha zamanlarda
içsel kargaşa ve oturuşma yaşanırken bu köpek
çıktı karşıma; hiçbir şey vermediğim, veremediğim,
köpek,üç saatlik yolculuğu, arkadaşlığı tam bir 
gösteriye dönüştü. Zorlu patikalarda daima öne
geçme telaşı. Puslu geçitlerde önceliği ele alıp derhal
yolun güvenliğini sağlaması; sadece içsel olmaktan
öte dışsal sarhoşluğumu da tetikledi.

Kaya Anıtları ise, gezginlerin en güzel anlaşma, yardımlaşma
çeşidi; Likya işaretini göremediğiniz zamanlar böyle
insan eliyle yapılmış küçük anıtları görünce, doğanın,
tarihin, uygarlıkların evrensel dili; "merhaba,doğru yol burası"
diyor.


Olimpos'a indiğimde tek şey düşünüyordum;
dondurma :)) Böğürtlenli dondurmayı nasıl
yalayıp yuttum, görülmeye değerdi:)) 

ADRASAN OLİMPOS ARASI

  Doğa test ediyor beni; acemiliğimi, amatörlüğümü, her şeyden önce sevgimi. İlk önce küçük bir dere, Musa Dağının eteklerinde, küçüklüğüne bakmadan küçük bir taşın haylaz şımarmasıyla; derenin serin sularına yan batmış bir gemi gibi süzüldüm.

  Dereye batmayan vücudum, batan kısımla denk görünüyordu. Her düşüşün güzel, gülünç şekli olur. Bu gülünçlüğü, sınamayı, ağacın, çiçeğin birçok çeşidi gördü de, insanlığın bir tek çeşidi görebildi; kendim. Gülümsedim ağlanacak halime.

 1.78’lik boyumla uzandım yatağın deresine. Taş mekanın temiz çarşaflı yatağının sıcaklığının tersi, serin ama eksik bir kutsama töreniydi. Gün ılıktı, çamlar dingin, gelincikler oldukça kırmızı… Musa Dağı, Adrasan Kalesi yine hep aynı yerinde; uygarlıkların birbiriyle iletişim kurduğu patikaların can suyu taşıdığı, her yüksekliğin başka bitkilere, ağaçlara ev sahipliği yaptığım o yer…

 Islanan telefonum çalışmadı bir süre. Rüzgârın, güneşin tamirciliğinin bu kadar iyi geleceğini bilmezdim önceleri. Adrasan Kalesi bu iş için en iyi yükseklik; Adrasan koyunu izlemenin, korkunç güzellikleri ışığın gösterisine çeviren dağların seyir zevkine varılacak bu yer, Likya yürüyüş planımın en değerli enerjimi, suyumu da bıraktığım yer oldu.
 Likya Yolu, antik yolların en son keşfedilenlerinden ve en muhteşemlerinden birisi; toplam uzunluk 509 km. Tam olarak yürümek 30 günü göze almak demek. Amatörlülüğün en güzeli de iddianızın da en hafif olması demektir. Bu yüzden Likya yolunu kısım kısım geziyorum. En güzel bölümlerden birisi olan Adrasan Olimpos arası, tırmanma ve iniş, iki dağın, iki büyük hikayenin, kuzey ile güneyin, doğu ile batının da besleyiciliğine tanıklık etmeme destek oldu. Bir koydan, bir koya; yüzlerce yıllık ticaret yollarının bir armağan gibi, gezi dünyasının maceralı, meraklı insanlarına armağan edilişi; oldukça düşündürücü…

 Şimdi gelelim, soylu merakımın harika enayiliğine. Güzelim Likya yolu düşlerin uyuyan bedeni gibi hazır uzanmış yanınıza, doğanın bin bir çiçeği gibi koksun, 16 km’lik Likya yolu sizi beklesin ama siz gördüğünüz ilk tabelaya kanın. Bu tabela Musa Dağının koya bakan kısmında bulunan yeri; Adrasan Kalesini işaret ediyordu. Oysa enerjim de, yiyeceğim, suyum da 16 km’lik Likya yolu içindi. Adrasan Kalesi tırmanışı oldukça zor ve hızlı gerçekleşti. Hem zamana, hem heyecana, hem meraka karşı yarışan soylu bir şövalye gibi, yel değirmenlerini devler olarak görmüş tırlatmış birisi gibi…

 Olan oldu tabi, en kıymetli hazinelerim, suyum ve kaslarımın enerjisi, oldukça önemli bölümü daha Likya yürüyüşüne başlamadan tükendi. Kösnül bir aygır, boğa nasıl aranırsa bönde öyle arandım yolun görünmeyen yolcularını. Kim bilir kaç kez, kaç yük hayvanı, kaç umut, yük; yiyecek, içecek taşıdılar. Zorlu ve güç olan patikalar, dağ geçitleri; taşıdıkları yükün çok değerli ve pahalı oluşunu da anlatıyordu.

  Hiç terlemediğim kadar ter, hiç susamadığım kadar su; hiç yalnız olmak arzusuyla donatılmadığım kadar arzu… Elbet yanımda gamlı prenses Tezer ve hayatı sıradanlıktan çok öte sorgulayan Pavese var;

 “ Bu kişiler tek bir olguya varma çabasındalar; Özgürlük olgusuna. Toplumun akılla bağdaşmayan zincirleri karşısında, bireyin kazanmak istediği bağımsızlık olgusuna...”

 Büyük gezginler, usta şairler, marjinalliği önce zanaate, sonra sanata dönüştürenler; Likya Yoluna can veren kırmızı beyaz çizgiler ve bu çizgilere ruh katan bilginler; hepsi hemen yakınımda, ağaçların gölgelerinde, çiçeklerin tomurcuklarında, ışık yansımalarında, peşime takılan, hiçbir beklentisini karşılamadığım halde bana arkadaşlık eden köpeğin gönüllü yürüyüşünde. Musa Dağı ile Olimpos’un birleştiği zirvede, bir düğün töreninden da güzel olan suyu bırakan düşünceli gezgine sarılmanın güzelliği içinde dinledim onları.

 Ümit ile ümitsizliğin zirve yaptığı yerdir dağ yürüyüşleri. Yalnızsanız, en ufak işaret, bir anıt gibidir. Bir damla su koca bir yudum içecektir. Bir köpek, en hakiki, en sadakatli dost…

 Dağların anlatacağı çok şey olduğu gibi, sakladığı çok hikayeler de vardır. Dağlar olmasaydı, bugünkü insan uygarlıkları da zor olurdu; var olduğumuz suya dönerdik tekrar; o yüzden dağlara şükran borçluyuz, dağlara adanmış her yol, yolculuk insanın kendi yarattığı garip koşturmaca karşısında önemsiz görünse de önemlidir.

 Yürüyüşüm, insanlık yürüyüşüne koşulsuz destek olanların edebi seslenişleriyle her küçük taş kulesinin, işaretinin merhaba değişiyle küçük dinlencelere dönüştü. Yine böyle bir dinlencede Paveze konuştu usul usul;

“ Öykü ve şiir yaratmak için doğmuş olanlar, âşık olmakla yetinmezler, çünkü aşkın sanatsal bir yapıtı oluşturacak entelektüel örgüsü yoktur.”

 Bu da benim öykümdür; amatörlüğün en hakiki şövalyesi benmiş gibi, bazen en akıllı laflar eden, bazen yoldan çıkmış bir deli gibi görünen kişi…

 Işık ülkesi Likya, taşı da, ticareti de, ölümü de mimari, mühendislik içinde besleyen 52 Likya kenti… Bir döngünün işareti miydi bilinmez. Bilinmez ama üzerinde nazikçe düşünülür; günün çığlıkları bizi boğmasın diye…

 Güven Serin 










Hiç yorum yok: