15 Mart 2014 Cumartesi

ÜNİVERSİTELERİMİZİN TARİHİ SESSİZLİĞİ


Teşekkürler sanata adanmış sanatçı;teşekkürler
suskunluğun baş döndürücü büyüsüne
kapılmamış insan.


ÜNİVERSİTELERİMİZİN TARİHİ SESSİZLİĞİ

  Neredeyse her şehirde bir veya birkaç tane kurulan eğitim ve öğretim kurumları, niye bu kadar sessiz? Üniversiteleri ortaokul ve lise bölümlerinden ayıran şey, sadece binalardan ve belli bir yaş aralığından ibaret insanlar mıdır?

  Üniversiteler için;

 Evrensel anlamda üniversiteler bilimin üretildiği, özgür düşüncenin yüksek sesle dile getirildiği, aydınlanmanın merkezi, kamunun çıkarlarının savunulduğu ve siyasal iktidardan bağımsız kurumlar olarak, tanımlanıyor.

  Uygar dünya, bu tanımlamayı çoktan günlük hayatın içine ve güncellenerek soktu. Ya bizler; sürekli halkın acılarla, yoksullukla, belli gruplara ayrılmışlıkla ödüllendirilen, zenginleşirken fakirleşen, çalışırken yoksul ve yorgun düşen insanlar, seslerimizi nasıl duyuracağız. İmamlar, başlarını çoktan yere eğmişler. Tek dertleri, varsa yoksa öteki dünya. Ama tezat bir şey var bu işlerde; öteki dünyayı sıkça hatırlatanlar, bu dünyanın en güzel nimetlerine sahip olmakla da meşgul; ne yaman çelişki değil mi?

  Ya öğretmenler, öğreticiler ve üniversiteler ne yapıyor? Büyük çok büyük binaların ardına saklanıp, teknolojinin muhteşem görselliğiyle standart çalışmaları boy boy fotoğraflarla süsleyen, bilimin ve özgür düşüncenin, aydınlığın fışkıracağı yerlerden neler fışkırıyor; elbette büyük SESSİZLİK…

  Kıtalar ve yerküre büyük sarsıntılardan, girdaplardan sonra yer değiştirir. Deniz karaya, kara denize kavuşur. Peki, ama bu toplum yüzyıllardır sarsılıyor ve girdabın içinde, ne zaman kendi yerini değiştirecek. En güzel savaşı; KURTULUŞU vermiş, yokken var olmuş bu mahzun toplum, ne zaman gülmenin, özgürlüğün, aydınlığın savaşını kazanacak?

 Hiç denenmemiş intihar biçimleri deneniyor; bir baba, evlatlarına ve eşine bıçağın en körüyle, keserin en sertiyle saldırıyor ve katlediyor. Bir başka baba, ailesini en bıçkın katiller gibi öldürdükten sonra, geriye kalan küçük oğlunu ellerinden tutup, binanın en yüksek katına çıkartıyor ve aşağı atıyor.

 Çocuk, aşağı atılmadan önce son bir kez babaya yalvarıyor;

“ Baba, beni atmayacaksın değil mi? Baba beni anneme götür!”

  Bu seslenişi komşular duyuyor; kapıların ardına gizlenmiş, saklanmış, korkmuş komşular ve hiçbir şey yapamamanın zavallı duruşuyla, mahşere kadar ezik, kırık, pişman kalacak insanlar; şimdi, şu anda, üniversitelerin büyük çoğunluğunun yaptığı gibi; susmuş, korkmuş ve ezilmiş; bütün pişmanlıklarını sonraya ertelemiş…

 Peki, ama bu yaşananlar artık günlük hayatın sıradan olayları gibi, yok olan aileler, çocuklar ve kadınlar; sürekli çocuk ve daha fazla insan arzu edilen siyasetçilerin hangi ACİL önlemleriyle durdurulacak?

 Ülkenin, o ülkeyi vatan bellemiş insanların kaderi sadece siyasetçilerin eline bırakıla bilinir mi?

HAYIR!

 Bırakılamaz elbet. Peki, ama üniversiteler nerede? Öğretmenler, öğretim görevlileri, profesörler ve girdabı görmeyen taşlaşmış vicdanların parfüm kokulu insancıkları; nerede?

 Tam da bugünü anlatan, bugünün sarsılmaz gerçeğini sözcükler ile aydınlanma ve özgürlüklere kapılarını kapatmış üniversitelere seslenen İrfan O. Hatipoğlu’nin makalesinden küçük bir örnek;

 “ Siyasal iktidarın ortaya koyduğu ‘yasakçı/baskıcı anlayış’ bulaşıcı bir şekilde üniversiteleri sarmıştır. Aldığı görevin bilincinde olan Yüksek Öğretim Kurulu da akademisyenleri ve öğrencileri duyarsız/korkak hale getirmek için çaba harcıyor. En güzel örneği üniversite üst yöneticilerinin siyasal iktidarın ‘ Gezi eylemlerinden’ sonra başlattığı baskıcı uygulamalarına verdiği destektir.

  Yönetmeliklerde yaptığı değişiklerle üniversiteleri öğrenciler ve akademisyenler için ‘açık zindanlara dönüştürmeye çalışılıyor.”

 Görünen ülke gerçekleri böyledir. Anlaşılan o ki, insanın kurtuluşu, uygarlığın devamı asla ama asla bitmeyecek; çalışmak, üretmek, öğrenmek ve sorgulamak, gerektiğinde evrensel insanlığın çığlığını atmak; yani sesini vermek; sessizliği bozmak, insanın, aklını, merhametini, bilgisini ve iradesine sahip çıkışını hatırlatmak adına…

  Güven Serin 


  

2 yorum:

Makbule Abalı dedi ki...

Üniversitelerimiz giderek çoğaldılar Sanırım Vakıf üniversiteleriyle birlikte 180 civarında üniversitemiz var. Bir ülkenin, bir kentin can damarı üniversiteler. Toplumun aydınlanmasına , kültür birikimine yardım edecek yükseköğretim kurumları.
Ama ne yazık, bir dönem kitap okumaktan çekinen bir kuşak yetişmişti. Şimdi de konuşmaktan çekinen bir kuşak yetişiyor.

GÜVEN SERİN dedi ki...



Merhaba Makbule Hanım.Üzülerek,haklısınız... Bir geçiş,belki de tekrar var oluş dönemine bir şeyler taşıma dönemi;kim bilir...