26 Mart 2014 Çarşamba

TARİH İKİLİ OYUNLARI SEVER


Kamera; Güven  Büyükada


TARİH İKİLİ OYUNLARI SEVER

  Akıl tutulmasının hızla yayılıyor; tıpkı teknolojinin, muhteşem tüketimlerin yayıldığı gibi. Görüyorum ki, bu tutulmanın en büyük sancısını yine en çok iyiliği savunup, dürüstçe yaşama gayreti veren insanlar ile ilahi bir görev gibi aydınlanmanın öncülüğünü yapan duyarlı aydınlar çekiyor.

  Stefan Zweig de döneminin önemli aydınlarından, duyarlı dehalarından birisidir.  İkinci Dünya Savaşı ve vahşetin ayak seslerini duyunca derin üzüntü yaşadı. Her duyarlı insanın, her an yaşadığı gibi… Tam da şu an ülkemizi saran puslu havaların, yaşanan büyük kargaşanın, hukukun, adaletin, inançların yerle bir edildiği gibi Zweig Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı nedeniyle milyonlarca insan katledilirken o Güney Amerika’da üzüntüden kahır oluyor ve tarihin duyarlı insanlara oynadığı oyun giriyor devreye; Zweig ve eşi Lotte ile birlikte intihar ediyor…

 Beş yabancı dil bilmek, iyi bir eğitim almak, bir sürü dostlara ve muhteşem bir zekâya sahip olmak tarihin akışı içinde, yine tarihin insanlara oynadığı ikili oyunlar ile baş etmeye, bazen insanların gücü yetmiyor.  

 Yetmezlik her zaman olacağı kesindir. Geçmişten bu güne; yaşanan insanlık kavgası, büyük kandırmacalar hiç bitmeyecek ve her dönem, kendi kurbanlarını vermeye devam edecek; oyuncular ve mekânlar değişerek…

 Tarih ikili oyunlar oynamaya sever, demiştik. Kendi zamanlarının çok önemli şairleri, yazarları, filozofları da bu oyunlara kanmış, bu oyunların neşesi, hüznü içinde bir gölge gibi yaşamdan göçüp gitmişler. Ta ki, zamanlarından yarım yüz yıl sonra, onların yazdıkları, şiirleri, romanları birilerinin keşfine kadar.

 Hölderlin böyle büyük şairlerden birisidir. Yaşadığı zamandan çok sonra, yarım yüz yıl sonra anlaşılmıştır. Almanlar, edebiyat dünyası yok saydığı evladına sahip çıkmış, tarihin kendi zamanında oynadığı oyun bir kez daha galip gelmiştir.

 Bir şiirinde Holderlin şöyle seslenir;

Ben sadece bir sabah bulutuyum,
İşsiz güçsüz ve gelip geçici! Ve uyuyordu,
Ben yapayalnız çiçek açarken, dünya hâlâ!

  “ Tarih tanrıçaların en ciddisidir. Sakin ve ön yargısız gözlerle zamanın derinliklerine bakar ve demir eliyle gülümsemeksizin ve acımaksızın olayları şekillendirir. Umursamaz görünür, sarsılmazdır ama onun da, o uzlaşmazın da gizli bir arzusu vardır. Onun görevi olayları şekillendirmektir, alın yazılarını tragedyalara çevirmektir, ama bu ciddi eylemleri yaparken küçük haklar, toplumlar ve zamanlar üzerinde beklenmedik, şaşırtıcı çıkışmalar, anlamlı tesadüfler yaratmayı sever. Hiçbir şeyi tek başına kaderine terk etmez, herkese bir benzerini gösterir.” Stefan Zweig tarihe bu notu düşüyor; yıllar önce.

 Bugün, kendi yaşadığımız ülkemize, şekillenen tarihi olaylara ve insanların tepkisizliğine bakınca şaşırmamak elde değil. Ama bu şaşkınlığı yaşarken, tarihi iyi irdelersek, tarihin ikili oyunlarını, sürpriz gelişmelerini ve muazzam döngünün yaşam üzerindeki oyunlarını işte o zaman, bir başka oyun içinde olduğumuzu kabul etmeliyiz.

 Duyarlı olmadığımız yaşam ve bu yaşamı paylaştığımız ülke insanlarını anlamakta geç kaldığımız, yetersiz olduğumuzu kimse inkâr edemez. Edemez, çünkü yaşanan büyük göçler, İstanbul, İzmir, Ankara, Antalya, Bursa gibi şehirlerin inanılmaz insan yığınlarıyla halen insan trajedileri ve komedileri; iç içe geçmiş bir şekilde oynanırken bile, bir oyunun seyircileri gibi kimimiz verilecek arayı, kimimiz bitişi beklemekte.

 Çünkü safların dolaştığı yerde,
  Daha işitilir olur zihin,

 Hölderlin zamanımızdan çok önce böyle demiş ama zihnimiz ve zihinler neden işitilmez bilen var mıdır acaba? Yaşanan büyük kargaşaya her geçen saat, gün katılan gürültü, şamata ve kargaşa çığlıkları, pus ve asit bulutları; saf, temiz ve huzurlu bir zaman doğurur mu hiç?

 Yeniden dönmeliyiz aklın özüne; saflığın, natürel haline; katledilmeyen doğa, şehir, folklorik değerleri; insan inanç, yaşamlarını anlayarak, onların önünde bir bir eğilerek…

  Güven Serin 



  

Hiç yorum yok: