10 Mart 2014 Pazartesi

NANE LİMON KABUĞU


Kamera , Güven 
Dostum Yunus köpeklerle vakit geçiriyor;
kedinin onları izleyişine bakar mısınız lütfen ;
coşkulu bir hanımefendi bakışı...


NANE LİMON KABUĞU

   Gün, kendi ilahi yükselişini yapıyordu. Puslu bir sabahtan sonra baharı hatırlatan doğal kokular, kırlardan şehrin sokaklarına kadar uzanıyor. Karabaş ve Pamuk (sokağımızın köpekleri) ısınan günün sıcak taşlarına uzanmışlardı. Hayvanların öze nesi haylazlığı; beslenme, üreme ve bir yudum ekmeğin hatırana vefanın büyük gösterisi adına bekçilik yapmaktalar.

 Sokağa giren de, çıkan da Karabaşın onayını almak zorunda. Çok ilginç bir köpek; telaşa düşmüş, korkan, kaçan kim olursa olsun o kişiyi delice sınamadan bırakmıyor. Uygun bulmadıklarına hırlayarak, havlayarak korku veriyor; köpek kültürünü bilenle bilmeyen Karabaşın testinden sonra ya sokaktan hiç geçmiyor, ya da oldukça temkinli geçiyor.

  Üç kız öğrence Karabaşın sokağından; yani bizim sokaktan yukarı çıkıyorlardı. Karabaşın besili, büyük gövdesi onları tedirgin etti. Hayvan, içgüdüleriyle bu tedirginliği derhal işlerin yolunda gitmediği algısına çevirdi. Ve kızları bir bir sınamaya başladı; hepsi etrafımda dönmeye, sesler çıkartıp hayvanı daha da huylandırma ya başladı. Karabaş için eğlence başlamıştı; inanılmaz eğleniyordu; bir de tebessüm etse, kızlar da eğlenecek, oldukça ciddi bir eğlence-sınama biçimi var.

  Kızların kimi besmele çekiyor, kimi , “ne olur sen tut öyle geçelim” diyor. Karabaş bu, tutulmayı de pek sevmez; ama ben onu oyalarken, nasıl olduysa kızlardan birisi, sokağın yukarısına doğru ilerledi. Karabaş ile mesafeyi oldukça açtığını anladıktan sonra koşmaya başladı. Koşan kızı gören hayvan; tam bir görev bilinciyle ileriye atıldı. Kız çocuğu, yakın mesafe koşucusu gibi, son sürat köşeyi dönüp diğer sokaklarda kayboldu.

 Kız çocuğu ile hayvanın kovalama yarışı, tam bir kahkaha tufanına neden oldu. Orada kalan kızlar, arkadaşlarının kaçışına, kendi trajikomik hallerine öyle bir güldüler ki, savunma telaşıyla Karabaşı idare etmeye, onun yapmayacağını bile bile; Karabaş, Karabaş diye seslenen ben de kahkahanın o muhteşem serpintilerine bıraktım kendimi.

 Sonunda, diğer kızların dua okumaları, besmele çekmeleri, Karabaşı oyalayarak kurtardık. Aslında hayvan sadece sınıyor; ısırmak gibi bir niyeti yok; az bir selam, biraz okşanma, yani biraz önemsenme peşinde. Çünkü yeterince ihmal edilmiş, hırpalanmış, zahmet çekmiş. Şimdi son günlerini geçirdiği sokakta seviliyor, besleniyor, okşanıyor ve onun yaptığı tek şey de, bunların karşılığında sokağını denetliyor.

 Sokaktan ayrılırken bile gülüyordum; aklıma gelen Barış şarkısını mırıldanarak gülüyordum;

Eski adamlar doğruyu söylermiş
Bir çiçekle bahar olmaz
Kişi kendini bilip sağa sola sormalı
Can pazarı bu oyun olmaz
Zürafanın düşkünü beyaz giyer kış günü
Sonunda şifayı kapıp şaşınca
Bana gel beni dinle iyi yaz
Defteri kalemi al iyi yaz
Nane limon kabuğu bir güzel kaynasın aman
Ha ha ha ha ha içine hatmi çiçeği, biraz da çörek otu
Katasın aman
Ha ha ha ha biraz tarçın bir tutam zencefil aman
Ha ha ha ha bir derde deva geliyor biraz daha sabret
Güzelim
Ha ha ha ha hapşu
Çok yaşa
Sende gör
Rahat ve iyi yaşa.

 Anlaşılan o ki, doğanın bir parçası olan halkım, daha kırk yıl önce her evdeki kilerler bir ay misafir ağırlayacak kadar dolu ve hayvanların dilinden anlayan, rüzgarın türküsünün ne manaya geldiğini bilen halkım; şimdi beton ormanları arasına sıkışmış durumda; köpekten, kediden, kumru kuşundan bile kaçarak, korkarak yaşayan çocuklar; bir el atmasını, bir küçük kırıntı ile bin kez vefa bakışı alacağının farkına varmadan yol alıyorlar; ha ha ha ha; ne büyük ayıp…

  Güven Serin




   

Hiç yorum yok: