18 Mart 2014 Salı

MOR KARANLIK


Kamera, Güven 

"Bu Hölderlin'de bana kesin görünen bir şey var."
der, sezginin döngüsüne tutunmuş kadın.

Bütün canlılar akraban değil midir senin,
Kader kendi elleriyle beslemiyor mu seni?




MOR KARANLIK

 Dalga boyu en kısa olan ara renklerden birisidir mor. Aynı zamanda, lüksün, asaletin, ihtişamın da temsilcisidir. Açık tonları, rahatlatıcı, hayal gücünü güçlendirici, şevk ve yoğunlaştırmayı artırdığı biliniyor.

 Alman şair Hölderlin’de yaşamının yarısını mor karanlığın içindeki sessizlikte geçirmiştir. Titiz, güçlü ve otoriter bir annenin desteği, genç yaşta babasını kaybetmiş olmanın hüznü, yaşam içindeki belli kalıplara, unvanlara inanmayıp, esas olan ilahi gücün temsilcisi olduğuna inanan bir insanın kendi içindeki evreni açığa çıkarış yolculuğu…

 İnsanın insana ve doğaya olan aşkı, öğretiler ile kavuşunca tam manasıyla insan duygularını şekillendiren esrik rüzgâr da ortaya çıkar. Bazen büyük bir uğultuyla, bazen, nesneleri sarsan gücüyle ve bazen dinginliğe açılan kapılarıyla…

Bütün canlılar akraban değil midir senin,
Kader kendi eliyle beslemiyor mu seni?
Öyleyse dolaş dur savunmasızca
Hayatın içinde ve hiçbir şeyden korkma!
Olan her şey, kutlu olsun sana.

 Alman şair Hölderlin de öyle yaptı. Kaderin ellerine bıraktı kendini. Bazen tutkuyu, bazen hüznü, bazen hırçınlığı, krizleri tetikleyen ilahi besinleri reddetmeden dolaştı durdu. Ta ki, mor karanlığın sessizliğine gömülene kadar;

Çok az yaşadım. Ama nefesi
Soğudu bile akşamın. Ve sessiz gölgeler gibi
Buradayım işte ve çoktan şarkısız,
Uyukluyor göğsümde, ürperen kalbim.

 Stefan Zweig bir Kızılderili şarkısındaki gibi büyük çağlayandan aşağı, büyük yarığa düşmeden önce gece şarkıları söyleyen şairin yaşadığı, mor karanlığı aralar ve melankolinin içinde dolaşan şairi dinler;

“ Kanatları kırılmıştır ve o, sadece uçarken, sadece şiirsel heyecanda gerçek anlamda yaşayan o, artık dengesini bulamamaktadır. Şimdi artık, ‘varlığının sadece dış yüzeyiyle uğraşmayıp’ tersine, ‘bütün ruhunu, ister aşk olsun, ister iş olsun, yıkıcı gerçekliğin dışında tutmanın’ bedelini ödemek zorundadır.

  Sadece Bettina, Beethoven ve Goethe’de olduğu gibi bir dehanın varlığını havadaki kokusundan anlayan kadın ve Sinclair. O efsanevi harika dost, bu neredeyse hayvansı körelmişlikte bir tanrının, ‘ilahi köleliğe satılmış’ olanın varlığını fark ederler.

‘ Bu Hölderlin’de bana kesin görünen bir şey var.’ Diye yazar o harika sezgili kadın.

  Ve orada, aklın düştüğü kaosun tam ortasında, zihninin en derin çatlağında birden kor gibi parlayarak karşısına çıkıverir o Yunan sırrı. Vergilius’un Dante’yi alıp götürdüğü gibi, ilahi konuşmanın son sarhoşluğundan dökülen kelimelerin bu büyük tutkununa da yolu gösteren Pindaros olur.

  Gözleri kamaşmış olan Hölderlin mitos tarafından etrafı karartılmış halde, açılan büyük yarığın içinde bir lal taşı gibi duran o Helenizm’i görür, ondan önce hiç kimsenin sezmediği ve ancak bir başka şeytani bilge Nietzche’yi de derinliklerine çeken Helenizm’i.

  Ama Hölderlin’in sarhoşluğu saftır ve bu yüzden de onun gidişi batış değildir, tersine sonsuzluğa kahramancı bir akıştır. Hölderlin’in dili ritmin, zihni büyük bir vizyonun içinde erir gider;

 Çözülerek kendi özündeki en ilksel elemende dönüşür. Onun batışı müziktir, dağılışı şarkıdır; Faust’taki şiir sembolü Euphorion gibi, Alman ve Yunan zihninin bu ortak trajik evladı gibi, onun da varlığının yalnızca yıkılabilir olan, bedensel olan kısmı düşer yok oluşun karanlığına. Ama ruhu gümüş bir halde göğe yükselir ve yıldızlara çıkar.”

 Mor karanlık, ışığı, renkleri ve sesleri insan zekâsı ve duygularıyla irdeleyenler in kurtarıcısıdır; ebedi bir şiirin, dinmeyen ve hiç bitmeyecek döngünün muhteşem var oluş patlamaları gibi, kendi büyük sessizliğine çeker sizi; bütün yaşam tozları ağır ağır çöker gezegenin üstüne; denenmiş ve denenmemiş bütün dizeler, büyük bir kaşifin keşfiyle yeniden çıkar yeryüzüne…


  Güven Serin 

 



Hiç yorum yok: