1 Şubat 2014 Cumartesi

TEKİRDAĞ ILGIN AĞAÇLARIYLA DAHA GÜZEL


Kamera; Güven   Tekirdağ
Ilgın Ağaçları;şehirlerin ehlileşmemiş güzel şeyleri;
bu çocukları her görüşümde,çocukluğum ve Meriç nehri gelir
aklıma; kumlar,ılgınlar ve nehir;alabildiğince doğal...


Kamera; Güven     Tekirdağ 
Kavak ağacı bir kışı daha bahara adamışlığın sessiz
bekleyişi içinde. Beyaz yelkenliler ise rüzgara
hükmetmenin soylu düşleriyle güç denemesi içindeler.

TEKİRDAĞ ILGIN AĞAÇLARIYLA DAHA GÜZEL

  Tekirdağ şehri coğrafi açıdan kendi muhteşemliği içinde; dağları, denizi, ovalarıyla kendine has bir şehirdir. Kent yolcuğunda, kendi aristokratlarının unutkanlığı ve umarsızlığını yaşasa da, hâlâ ölmemişliğin direnişi içinde deniziyle, yosun kokularıyla, Ganoslardan yayılan baharatlarıyla, bizleri bağrına basmaya devam ediyor.

 Bu şehri sevdikçe, burada kök saldıkça içim daha da acıyor; bu kadar ihmalkârlık, bu kadar çarpıklık niye diye! Beton ormanına dönmüş mahalleler, 30-40 yıl önce şehirli olacaksınız diye aldatılmış çiftçilerimizin hazin ve sessiz yaşayışı hiç kimsenin umurunda bile değil.

 Kordon boyu birçok insanın, canlının; köpeğin, martının, karganın, kedinin ve çiçeğin, ağacın yaşadığı, nefes alıp adaları, değişim geçiren denizi seyrettiği-seyrettiğimiz yer…

 Bazen düşünüyorum, bu şehrin denizi, kordon boyu ve Ganos Dağları olmasaydı, burada kök salar mıydım diye! Sanmıyorum… Ve bu kök salmışlığın güzel hatırına geldiğim günden bu yana; 30 yıllık yürüyüşüm, deniz ile sessiz dostluğum devam ediyor. Bu dostluğuma en büyük tanıklığı da limanın hemen bitimindeki kavak ağacı ile Rokoczi Müzesinin tam karşısına kalan ılgın ağaçları yapıyor.

 Kordon boyu yürüyüşüme her çıkışımda ılgın ağaçlarının ufak tefek gövdelerini, kışın yokluğun içinde incecik kalmış gri, sarı dallarını görmemezlikten gelemiyorum. Ilgın ağaçları denize ve bu şehre oldukça yakışıyor. Bu küçük, bu varken, görünmez sanılan ağaçlar özgürlüğü, vahşi hayatı, natürelliği de anlatıyor aynı zamanda…

 Yeni bir günün yürüyüşü içinde, yine kordon boyundayım. Işık, bulutların arasından sarhoş bir canlı gibi süzülüyor denize doğru. Işık, var oluşun gerçek gösterisini, deniz ile buluşmuşluğun yansımalarını saçarken, beyaz yelkenleriyle, yelken kulüp üyeleri sporcuları da günlük çalışmalarını yapıyorlar.

 Işık, denize ne kadar çok uyum sağlamışsa, beyaz yelkenleriyle küçük tekneler de o kadar uyum içinde; zarif kuğular gibi süzülüyorlardı; ılgın ağaçlarının uyku keyiflerinde. Ve ben, yine şehrimin kordon boyunda yol alıyor, yol alan her yazar-çizerin bir konu, bir yazı düşüncesi içinde olduğu gibi, kendi çalışmamı; milyarlık hücrelerim ve şehrimin bana düşen enerjisiyle içsel defterimi karalıyordum.

  Sol tarafımdaki denizin ışıkla yaptığı pırıltılı çalışma; pırıltıların içindeki yelkenliler, sağ tarafımdaki dost kadar yakın hissettiğim ılgın ağaçları ve başımı yukarıya, şehrime kaldırdığımda ihanetin büyük gösterisini yapan büyük beton yığınları… Ne hazin bir tören… Bu şehri sevmiş, bu şehrin toprağı, suyu, havasıyla büyümüş insanların gafleti daha da içimi derin çizgiler ile hırpalıyor.

 Gördüğüm en güzel manzara; Rakoczi Müzesi ile şimdiki Kütüphanenin ahşap kaplamalı binası; geriye kalanlar, mimariden, mühendislikten anlamayanları bile çileden çıkartacak kadar BERBAT…

  Hızla ilerliyorum, ışığın gün içinde ilerleyişi gibi; Şaraphane Fabrikası karşısında, anason kokularını eskisi gibi duymadığımın incinmesiyle şarap, rakı ve bağcılık kültürüne büyük katkı yapmış bu yerin hangi ticari oyunlara kurban edildiği ve edileceği fikrine bir çocuk ürkekliğinde dokundum. Ve ilerledim, solumda kalan eski cezaevi binasının metruk haline bakarak. Bu binanın bu şehrin kültürüne bir müze, bir park olarak dönebileceği, dönmesi gerektiği düşüncelerini yeşerterek!

  Bir kadın, genç kızıyla yanımdan geçtiler. Kadın sesleniyordu genç güzel kızına;

“ Biraz içinde kalsın fikirlerin; biriksinler!”

 Fikirsizliğin, şamatanın, bilgisizliğin içinde yüzerken, fikirden şikâyet eden kadının derdi başka olmalıydı; ama yılgınlığını fikre karşı, düşüncenin olur olmaz yerde fışkırmasına karşı değildi belki ama alışıldık seslenişi yapıyordu ; “ Bırak, fikirlerin içinde kalsın” diyordu, tam da fikir üretecek, düşünecek, şüphelenecek, sorgulayacak yaşta olan kızına.

  Çehov’un genç bir yazara gönderdiği mektubunda söz ettiği bir fikir geliyor aklıma;


“ Yaz, yazacak bir şeyin yoksa olmadığını yaz!”

 Yazmak böyle bir şeydir işte; içeride bir kıpırtı hissedersiniz her an; Sait Faik gibi yanımda taşıdığım kâğıt ve kalemim, sıkça not almamı gerektirir; en güzel hatırlama alınan küçük, kısa notlar ile yazı yaşamıma katkı sağlıyor…

  Güven Serin 



 



 




2 yorum:

bilge dedi ki...

HUZUR bu demekki çok dinginlik veren bir fotoğraf..çevremizdeki güzellikleri gören ve bizlere de gösterenlere selam olsun...

GÜVEN SERİN dedi ki...



Merhaba Bilge; teşekkür ederim;elbette selam olsun...