15 Ocak 2014 Çarşamba

KARA ÇALMA ÖYKÜSÜ


Kamera; Güven Pera Müzesi-İstanbul


KARA ÇALMA ÖYKÜSÜ

Salih Özbaran ile Zeki Arıkan’ın ortak çalışması; tarihe, bilgiye, analitik düşünceye adanmış bir insanın 1970’li yıllarda yaşadığı hazin bir öykünün hikâyesi…

  Bu hikaye Şerafettin Turan’ın hikayesidir; Dil ve Tarih-Coğrafya Dekanlığı, Türk Tarih Kurumu Üyeliği, TRT Yönetim Kurulu Üyeliği, Kültür Bakanlığı Müsteşarlığı, Türk Dil Kurumu Başkanlığı, çevirmenliği, araştırmaları, makaleleriyle bilgi ve görgü-düşünce dünyamızı zenginleştiren insanın öyküsü…

  Bazı makaleler vardır, okursunuz ve oradan ayrılamazsınız. Tıpkı, bazı mekânlar, bazı insanlar; tanışınca ayrılmanın hüznünü ve tekrar buluşmanın özlemini hissettiğiniz gibi; Şerafettin Turan’a kara çalma öyküsü, makalesini okuduğumda bu duyguları hissettim. Onun fotoğrafa yansıyan onurlu geçmişi insan kılığında ışıklar içinde çok şeyler anlatıyor; emeğin, insana ve doğaya, geçmişe duyacağımız saygının, bilgi ve görgü ile döllenecek bir toplumun uzay zamanlarına hazırlık yapan bir misafir heyecanı içinde olabileceğini de gördüm.

  Salih Özbaran ve Zeki Arıkan’ın ortak çalışmasında Şerafettin Turan, kitabında anlattığı kara çalma öyküsünü şu şekilde özetliyor;

 “ 17 ay 16 günlük zamanımı, üstüme atılı bir suçun haksız olduğunu kanıtlamaya çalışmakla harcamıştım. Bu nedenle ilk aşamada, aklanmama sevinmek ile kaybolan zamana, bu sürede harcamak zorunda kaldığım emeklerime ve basında çıkan yanlı haberlerin de etkisiyle duruşmalar boyunca tanıdıklarımdan çoğunun benimle karşılaşmamak, konuşmamak için düştükleri gülünç hallere acımak arasında kesin bir ayrım yapamadım.”

 1971 ile 1974 yılları arası süren kara çalma davası, Şerafettin Turan’a yapıştırılan suç ise “ Anayasayı tebdil ve tağyir” suçlaması olmuştur.

  Demokrasinin, hukukun, adaletin sağlanması, bir halkın ve o halkı yönetenlerin vicdanı, aklı, bilgisi ve görgüsüyle yakın ilişki içindedir. Mantığı ile yargılamayan, düşündüklerini söylemeyen toplumlar; iki şey çıkartır; ya Kahraman, ya hain… Duygularıyla sarılır; aklın, bilimin, düşüncenin o yüce kuvvetiyle değil; işte o zaman; ya kahramandır, ya da ahin… Böyle, nice aydınlık saçan değerlerimizi kara çalarak, hapse atarak, öldürerek yokluğun o derin kuyusuna yolladık.

  Bir ömür harcayıp da hayattan hiçbir şey anlamayanların uyuşuk yaşamı için yılların, aylarlın, günlerin hiçbir önemi yoktur. Fakat Şerafettin Turhan gibi yüksek değerlerin zamanı değerli ve pahalıdır; araştırır, düşünür ve merhameti yok olmamış vicdan ile yorum yaparlar; bilirler ki bu yorumlar, bu çalışmalar birer yol olacak; karanlığın, cehaletin kasıp kavurduğu zamanlarda hepsi birer besin olacaktır.

 Sadece belli zümrelerin elinde olan yönetimler-idareler “öç alma” sevdalarından hiçbir zaman vazgeçmezler. O yüzden, aydınlık-aydınlanma, bilinç ve bilinçlenme onları korkutur. O yüzden Şerafettin Turan gibi büyük değerleri daha başından karalayıp yok etme aşkı yaşarlar…

  Sözü Salih Özbaran’a bırakmanın ve bu değerli insanları, sadece bizlere değil insanlığa bir armağan olarak kabul etmenin hisleri içindeyim;

 “ Bu denli değerli bir tarihçinin, Şerafettin Turan’ın başarılarla yürüyen yolunda atılan çamurun öyküsü: gülünç ve acınası; zavallı ve insafsız! Yakın bir geçmişi günümüzde değerlendirmek isteyenler için, üniversite ile mahkeme arasında olup bitenleri anlayabilmek için, ustalıkla ve görgü tanığı olarak yazılan bir kitabın hazin öyküsü.”

  Güven Serin 





 




  

Hiç yorum yok: