31 Aralık 2013 Salı

ELEŞTİRİLERİMİZİ KAHKAHALAR İLE YAPMALIYIZ


Kamera; Güven Alipaşa Han - Eminönü

Yaşamdan Mektuplar


ELEŞTİRİLERİMİZİ KAHKALARLA YAPMALIYIZ

 Çınar Oskay köşesinden onun için şöyle sesleniyor;

Kimse neden bahsettiğini tam olarak anlamasa da Slavoj Sizek dünyanın en ünlü filozofu. Ona ‘felsefenin rock starı’ diyorlar.

  Dehayla delilik arasında gidip gelen bir hiperaktif, gördüğüm en süratli düşünen insan ve müthiş sevimli bir karakter.”

  Sadece geçmişin filozoflarına inanıp onları tekrar etmekten sıkılan, onlara nazikçe teşekkür eden insanların kendi ve dünya diline kazandırdığı yeni, yepyeni kelimeler-cümleler, bazen ruhumuzu büyük bir neşe, samimiyet içinde kucaklıyor.

  Slavoj Sizek böyle insanlardan birisi. Bu insanlar, kendi ülke sınırlarından taşar ve dünyanın tümüne ait olur. Tıpkı samimi bir dille yazılmış, evrensel yasalara ayak uydurmuş bir şiirin insandan insana, kültürden kültüre geçiş yapması gibi.

 Bir süreliğine İstanbul’a gelen Slavoj Sizek ile küçük bir röportaj yapan Çınar Oskay şöyle bir soru yöneltiyor;

“ Bizim Taksim’deki gösterilerde nereden geldiği belli olmayan müthiş bir mizah çıktı. Kimse inanamadı.”

  Sizek, gülümseyerek yorum yapıyor;

“ Bu harika. Neden biliyor musun? Sinik, müstehcen, kirli otoriteye ancak böyle cevap verilir. Ve kendini çok ciddiye alan eski, sıkıcı solu izlememeliyiz.”

 Sanatçılar ve filozoflar siyasetten anlamaz; yorumları, algılarımızı titretecek kadar gerçektir. Alışılmış uyurgezer düşünceyi, silik, ezik bedenleri elektrik çarpmış gibi, uzunca titretir.

 Çınar Oskay bir soru daha yöneltiyor Sizek’e;

Gazetecilerden nefret ettiğinizi duydum…”

 Slavoj Sizek, Çınar Oskay’ın gözlerinin içine bakarak, kin ve nefretten arınmış, evreni algılayan huzurlu bedeniyle tekrar ses veriyor;

 “ Hayır, kendini çok ciddiye alan entelektüellerden nefret ederim. Bosna’da neyi keşfettim biliyor musun? Bir şairin onaylamadığı diktatörlük, soykırım yoktur.

  İşte protestolarımızı böyle, kahkahalarla yapmalıyız! Sana süper bir örnek vereyim… Saraybosna kuşatma altındayken kabareler patladı. Sırplar şehri kuşatmış, elektrik ve gaz sürekli kesiliyordu. Garip bir şaka vardı;

 ‘ Auschwitz ile Saraybosna arasındaki fark nedir? Auschwitz’te en azından gaz hiç kesilmiyordu…Olay budur! Bu kadar umutsuz bir durumda bile kurbanı oynamadılar. Kadınlar açlıktan ölmek üzereyken bile sokağa çıkarken ruj sürdüler. Bu yüzden gelip onlara gıda yardımı yapanlardan nefret ettim. Birleşmiş Milletler sadece hava alanını kontrol altına aldı. Karadzic, ‘bir tabur asker ile kuşatmayı yarabilirlerdi’ dedi. Batı bunu neden yapmadı? Ah, zavallı Bosna, keskin nişancılar herkesi öldürüyor, dedikçe sapıkça bir zevk alıyorlardı.”

Siyasetten, ticaretten arınmış doğal konuşmalar; kendi çağının eğrileri ile doğrularını iyi tahlil etmiş sanatçılar, filozoflar tarafından iyi anlatılır ve halkı tarafından da anlaşılır ise, her gün alkış ve nefretlerle eleştirdiğimiz siyasetçiler de bir sanatçıya dönüşür; halkının gündüzünü de, gecesini de iyi düşünür ve iyi anlar; yokluğu da, varlığı da; girdabı da, huzuru da; öyle çıkar, öyle konuşur, ahkam kesmeden!

 Güven Serin 





  

Hiç yorum yok: