26 Kasım 2013 Salı

BİR AVUÇ YAŞAM


Kamera; Güven-İstanbul


BİR AVUÇ YAŞAM

  Her şey bir avuç yaşam için; uğraşlar, didinmeler, didişmeler, ölümler ve öldürmeler… Kurnazlıklar, hilebazlıkla, yokluklar ve yok oluşlar; sadece bir avuç yaşam için… İşin garibi, ölmezlik hastalığına yakalandığımız için, her ölüm, her yok oluş, ardından kalıcı bir gurur içinde baktırıyor bizi. Sanki hiç tükenmeyecekmiş-iz gibi…

  Gün tatil günü; Tekirdağ şehri sokakları, caddeleri sakinliğin, tenhalığın içinde; öğretmen evine geldim. Bahçenin kuzeye bakan kısmı gölgelerin dondurucu rüzgârıyla şenlenirken, güneye bakan kısım, güneyin sıcak güneşiyle ödüllendirilmişti. Boş masa ve sandalye bana sunulan en güzel hediye gibi geldi. İçeri geçmektense dışarıya, güneyin güneşiyle ısınmış tarafa oturdum. Bayram, çayın taze olduğunu söyledi. Bir fincan çay ve güneşin bedenime dokunan ışınlarıyla ruhumun dans etmesi başladı.

 İç huzurun motorları çalışmaya başladıysa, erişilmezliğin düşleri de ses vermeye başlar. Ve güneşin aydınlatıp, gölgelerin soğuk olduğu sonbaharda, hiçliğin hastalığına kapılmadan çalışan sessiz motorlarımın düşleriyle dinledim mızıka çalan kız çocuğunu. Yanında uzun saçlı bir oğlan çocuğu flüt ile eşlik ediyordu; gözlerindeki parıltılar, bütün çocuklar adına kazandıkları mutluluğun zaferini anlatıyordu.

 Irkların, sınırların, onurlu ve onursuz destanların hiç bitmediği, ağıtların hiç susmayacağı dünyada; insanlığın evrenin bir parçası olduğunu ve evrenin çok kocaman olup herkese yeteceğini haykırıyorlardı; mızıka çalan kız, flüt çalan erkek çocuğu ardında koşturarak yürüyen diğer küçük çocuklar; sarı, siyah, beyaz diye bilinen el ele tutuşmuş küçük şeyler…

  Çay ve güneş yudum yudum akıyordu bedenime. Güneşin güneyden, rüzgarın kuzeyden estiği vakitte öğretmen evi bahçesi insan kalabalığı ile doldu. Bir siyasi partinin başkan aday adayı ve üyelerine verdikleri sabah kahvaltısı bitmiş dışarıdaki güneşin ışınları altında birbiriyle son kulisler yapılıyordu.

 Günün güneş ve bedenimle olan iç huzurun sessiz motor seslerini dinlemeyi bırakıp, siyasi partinin kalabalık topluluğunun birbiriyle olan ilişkilerine odaklandım. Siyasetin erdeminde olan sırıtmalar, ne kadar uğraşsalar da gülmeye dönüşmüyordu. Kimilerinin geri planda kalması, kimilerine verilen samimi işaretler daha bir mutlu görünmelerine neden oluyorken, kuzey rüzgarına kapılmış, soğuktan donmuş gibi donuk bakanlarda vardı; çünkü siyaset her an sürprizleri, kayırmaları, kanmaları ve aldanmaları da torbasında taşır; övülürken yere batıyor olabilir, batıyorken büyük talih kuşu başınıza kocaman bir şey bırakabilir…

 Siyasi partinin üyeleri ve aday adayı gürültüleri arasından sıyrılıp kendi huzurlu yalnızlığına döndüm. Sırıtmanın mecbur olmadığı, davet edilip, edilmeme, öne çıkıp çıkmama korkusunun yaşanmadığı masamın üzerinde bulunan derginin içinde bulunan yazar ve şairlerin büyük döngü içinde insan aklının evreni sorgulayan, evrenin içinde dans eden arayışlarına yakın olmanın mutluluğunu; bir havuç yaşamın henüz elimden kaçmamış olduğunu bilerek sessizce ama büyük çığlıklar atarak haykırdım;


 Ey yaşam; yaşam hakkını elimde tutmamın bilincine sahip olduğum için, bir tarafta kuzey rüzgarı dondururken, bir tarafta güney ışıkları ısıtıyor; soğuk ile sıcağın arasındaki ılıklığı bana gösterdiğin için minnet ile selamlıyorum; bir havuç suyu yüzüme her vuruşta duyduğum minneti; bir avuç yaşama bırakıyorum… 

 Güven Serin

Hiç yorum yok: