17 Temmuz 2013 Çarşamba

KIRMIZILI KOKONA


Kamera; Güven  

Kamp zamanı; kırmızılı kokona şerefine dostlarım...

KIRMIZILI KOKONA

  İnsan denen canlı insan denen canlıyı şaşırtmaya devam ediyor. Yaşı oldukça ilerlemiş, yüzündeki kırışıklara aldırış etmeyen kırmızılı kadın, yüksek topuklarıyla inletiyor ahşap zemini.

  Oysa daha ellisine bile girmeden yaşamın bütün yüklerini kendisinin sanan nice insan var etrafımızda; her şeyden vazgeçmiş, varken tükenmiş görünen yürüyen ölü canlılar… Ama kırmızılı kokona öyle mi; asla, günün her saati dipdiri…

  Kırmızılı kokona giyinmesini de biliyor, yemesini de; sabah kıyafeti başka, akşam başka, gece başka… Hele bir kahvaltı edişi var; etrafa göz süzüşü var; görülmeye değer… Ruhunun yaşlanmamış genç kızlığı neredeyse yaşlı bedenini yerle bir edip, onun yerine taptaze bir beden görüntüsü oluşturacak.

  Otelin kahvaltı salonu Fransız sanatçının iç gıcıklayan sesiyle bir başka havaya bürünürken, kırmızılı kokona gelince, yüksek topuklu ayakkabılarının ahşap zemine dokunuşlarındaki notaların gençlik haykırışına dönüşmesine tanıklık ediyordum.

  Başı dik, saçlar günün koşullarına göre, renkten renge değişim sürecindeler. Upuzun saçları, at kuyruk yapıp geriye sarkıtmasını oldukça seviyor. Etrafa göz süzüp, onun varlığını, onun kıymetini bilenleri bir bir selamlama, onlarla uzun uzun konuşma mütevazılığını da hiç kaçırmıyor kırmızılı kokona. 

 Kırmızılı kokonaya bakınca, onun ruhunun dışa vuran dişiliğini, yaşlı bedenine kulak asmayan genç kız hissedişini ürpererek izliyorum. Aynı izlemeyi, yan masada, erkek erkeğe tatile çıkmış danalara bakarak da, bir başka ürperti içinde yapıyorum; dört erkek, güya tatile çıkmışlar; dördü birbirinden bakımsız… Aynı sözcüklere tutuna tutuna, ağızlarından çıkan sözler yalama olmuş… Argonun soylu kültürüne sığınıp, yaptıkları kötü esprilere gülmekten öte sırıtıyorlar…

 Hâlbuki kırmızılı kokona öyle mi; adeta genç kızlara gösteri yapıyor. Sanki tecrübesi üst sınıra dayanmış ama emekli olmamış bir geyşa gibi, giyinişin, yürüyüşün, duruşun, göz süzüşün, dişi dişi bakışın öğretilerini yapıyor. 

 Kırmızılı kokona kahvaltısını acele etmeden ve ilk önce başlayıp, en son bitirenlerden oluyor. Endamına yakışır bir şekilde ağır ağır kahvaltısını yaparken, yine o bildik taksici otele bir müşteri getirdi. Muhtemelen, otogara inen, kendilerini yabancı hisseden iki genç, taksiciye ; “bildik, tanıdık otel var mı?” diye sordular. Taksicinin beklediği soru odur; aynı avını bekleyen dişi örümcek gibi, ipek tele dokunan herhangi bir böceği fark eder etmez, hemen esas işi olan avcılığa başlar.

 Fransız şarkıcı şarkılarına, kırmızılı kokona zarif hareketleriyle kahvaltısına, erkek erkeğe tatile gelmiş yılışık tipler mizah sayılmayan şakalarına gülmeye devam ediyorken, yine o bildik taksi durdu otelin önünde. Otelin genç sahiplerinden erkek olan da dış kapının yanında duruyordu. Taksici iki genç müşterisini indirirken otelin sahibi olan adama bıyık altı gülümseyişini yaptı; “ bunları da ben getirdim, sonra görüşürüz-anlaşırız” der gibiydi…

 Taksi şoförü müşterileri getirmekle, gülümsemekle yetinse iyi; otel sahibini görünce araçtan inen müşterilerin de duyacağı bir şekilde; “ arkadaşlar yabancı değil, gereken kolaylığı sağlayın” deyip gitti…

 Arkadaşlar dediği gençler cin gibi bakışlı çocuklardı. Taksi şoförü en büyük hatasını o gençleri tanımayarak yapmıştı; fazladan konuşmuştu. Yeni tanıdığı, aracına on dakika önce binen bu insanları, tanıdık olarak takdim edip, aklınca otelciye yaranacaktı! Ama taksi şoförü gider gitmez, otelcinin yılışık kâtibi çocukları avlama törenine girişmiş olsa bile bir işe yaramadı, çocuklar fazladan iltifata, bu özel avlanma merasimine dur dedi; biz bir dolanalım, bir şeyler yiyelim, sonra uğrarız derlerken, hiçbir zaman bu mekâna gelmeyeceklerini de anlattılar…

 Ben de kırmızılı kokana gibi çayımı ağır ağır yudumlayıp, onun gibi etrafımı ağır ağır süzdüm; nede olsa eli kalem tutan birisinin etrafının oldubittisine muhtaçlığı var, düşüncesinin kutsal besleyiciliği-ne şükür ederek…

Güven Serin





2 yorum:

Esin Bozdemir dedi ki...

Çok iyi bir gözlem ve iyi bir tespit.)Bu yüzdendir ki, kaleminin hakkını felsefi derinlikte ve duyarlılıkta veren bir yazarsın sevgili Güven.. Ben de düşüncenin kutsal besleyiciliğine inananlardanım. Yaşam enerjisini daim tutmak ve kırmızılı kadın gibi hayata dört elle sarılmak gerek.. Varlığımıza anlam katarak, insanca, zarif renkleri yansıtarak ve şükran duyarak...

Bu güzel yazı için teşekkür ederim. Bu arada blog camiasında yazılarını önemsediğim birkaç blog dostumuzun yeni çıkarmış oldukları kitaplar gibi...senden de böyle güzel haberler bekliyorum/z bilesin.)

Esenlikler dilerim...

GÜVEN SERİN dedi ki...


Günaydın Esmir. Düşüncenin kutsal besleyiciliği onuruna bir kez daha günaydın Esmir. Teşekkür ederim, güzel iltifatlar; elbet belki bir gün; bende bir veya birkaç kitap ile bu güzel dünyaya küçük bir katkı yaparım; sevgi ile...