11 Mart 2013 Pazartesi

ÖNCE BADEMLER AÇTI


Kamera; Güven  Erik ağaçları, bademler gibi bahar
şöleninde. Barbaros-Tekirdağ


Kamera; Güven Doğa Irmak berrak suya dalmış.
Barbaros - Tekirdağ


Kamera; Güven  Viran evlerin yanında, gücüne güç
katmış çınar ağacı, iyice emin olmadan yeşil kostümünü
giymedi daha. 


Kamera; Güven    Barbaros Kasabası

Evler,insansız kalmaya görsünler; ilk önce hüzün,sonra
çaresizliğin, gayesizliğin pişkinliğiyle viran-lığa teslim
olurlar.


Kamera; Güven Barbaros - Tekirdağ
Tuğla ev, beton evlere gururla bakıyor, ruhunu
teslim etmemiş,mimarinin esenliğiyle. 


Kamera; Güven  Tekirdağ Kırları ve Ganos Dağları


Kamera; Metin    Kumbağ-Tekirdağ

Aziz Bey ile dinlence anının huzurlu sohbeti


Kamera; Aziz Bey  Kumbağ-Tekirdağ

Şoför Metin,dostum dediğim güzel insan.
Birazcık araç deliliği vardır; aracım arızalı dedeniz mi
dayanamaz, hemen kolları sıvar bu deli şoför; yani
benim dostum Metin.


ÖNCE BADEMLER AÇTI


  Önce bademler, sonra erik ağaçları açtı. Pembe, beyaz çiçekleriyle ağaçların yeniden yeşerdiklerini görmek, tabiatın uyanışına tanıklık etmek, çok hoş ve huzur verici… Toprak kokuları önlenemez bir şekilde taşınıyor rüzgârla; bir uçtan diğer uçlara.

  Tatil günleri, yatmak, dinlenmek bir yere kadar. Bir de doğanın koynuna, bütün planlardan, siyasi düşüncelerden sıyrılarak, yaşamın, o sade hayatın içine girmek var… Doğa Irmak ile öyle yaptık. Güne, uykunun dinlemişliği ile başladık. İyi bir kahvaltı, insanın bedenine güzel bir enerjidir. Ama iyi bir gezinti de, ruhumuza muhteşem güzellikler sunar.

  Rotamız şehrimize yakın olan Barbaros oldu. Barbaros’tan çok geçtik, limanına çok uğradım ama sokaklarının tenhalığında, ağaçlarının ululuğun da, evlerinin taş ve ahşap hüzünleriyle hiç bulaşmamıştım  İşte bu da oldu; Barbaros Kasabasına Doğa Irmak ile gittik. Nasıl, gün ışığıyla süzülüyorsa her sokağa, her ormana, her vadiye, her dağa, biz de öyle süzüldük Doğa ile Barbaros’un dik, yokuş sokaklarına.

  Gördüm ki Barbaros da teslim olmuş beton kültürünün dayanıklı geleceğine. Betona, demire teslim olmayı anlarım da, mimariden, mühendislikten yoksunluğu anlayamadan gideceğim bu diyardan; gözleri açık bir insan ruhuyla gideceğim…

  Yaş otuz beş, yolun yarısı eder
  Dante gibi ortasındayız ömrün
  Delikanlı cağımızdaki cevher
  Yalvarmak, yakarmak nafile bugün

  Bahar, yeniden var oluş, yokluğun tükenişi, doğumun da başlangıcıdır aynı zamanda. Kuru bir dalın, tomurcuğa, çiçeğe, meyveye dönüşümü; büyük bir gösterinin kendisidir. Muhteşem bir sürecin tükenmeyen devamıdır. İlla yolun yarısını da beklemek gerekmez, yaşamın sesini, kokularına, görsel şölenini fark etmek için. Belki ben yolun sonunu çoktan geçtim. Cahit Sıtkı Tarancı da, yarısını yaşadığı ömrün tamamına erişemedi. Orhan Veli de öyle, Tevfik Fikret de, Cemal Süreyya da…

  Barbaros Kasabasının yaşlı çınar ağaçları, bademlerin titiz önceliğinde çiçek açmamışlardı ama ulu dallarıyla, göğe yükselen çok büyük bir medeniyetin soylu duruşu içindeydiler. Kumrular, viran yapılı bahçelerin ağaçlarına toplanmışlar, baharın geliş törenine, günün güneşle ısınma keyfine, bir dinlenme uyuşukluğuyla tünemişlerdi. Kedilerde öyle; telaş içinde yuvalarına küçük çalı-çırpı taşıyan kargalar, saksağanlar da, baharın sarhoş bakışların daydılar.

  Barbaros Kasabasının taş ve ahşap evleri, hüzünlü bile değillerdi artık. Çünkü ölümün saygın kurtuluşunu bekliyorlardı. Onları anlayacak ne bir mimar, ne bir insan vardı betonun eğri, büğrü büyüsüne kanmış bu diyarda. Onlarda anlamayanlara anlatacak zamanları gerilerde bırakmışlardı. Ve biz, dar sokakların yokuşunda, zamanın içinde, uzayın derinliklerinde ilerleyen bir gezegenin yol alma keyfinde yürüdük…

  Bahar dedik, gün ve gün ışığı dedik ya, Doğa ile biten Barbaros gezintimiz, bir saat sonra iki dost ile Şoför Metin ve Aziz Bey ile yeniden başladı. Gün uzundu harekete, değişime aç olan ve inanmışlara. Gün gerçekten uzundu; güneşin batışına daha çok vardı. Bizim yönümüz de önce batıya, sonra güneye doğru; Kumbağa Kasabasına gittik. Doğanın kalbinden, köy yollarından, ekinlerin yeşil olduğu, badem ile eriklerin açtığı kırlardan geçtik. Çeşmeler akıyor, kuşlar yuva telaşıyla uçuşuyorken, rüzgâr kendi dansını, hiç tükenmeyen enerjisiyle yapıyorken, biz Kumbağ, denizin, kordon boyunun olduğu yere geldik. Kimi sohbetin, kimi çayın demli keyfi içinde kaşarlı tostları-mızı yedik. Limanda bildik dostlarımız ile geçmişten bugüne, neşeden, mizahtan, siyasetten, kırdan, kuştan, kurttan konuştuk.

 Kumbağ Kasabası da, Barbaros gibi betona yenik düşmüştü. Turizm daha doğmadan öldürülmüş; büyük geleceğimiz, küçük kurnazlıkların plansız, taşan balkonlu çirkin evlerine yok ettirilmişti.

 Gördüğüm korkunç beton plansızlığı, yok ediciliği karşısında yine o için için yanmalarımı yaşarken, tam tersi, doğanın çiçeklerini, bademlerin renklerini, yaratıcılığını, estetiğini büyük bir teselli, yaşamın var edici gösterisi ve gelecek ümidi olarak kabul eğledim.

  Son sözü, yaşama doyamamış, sevgi ve sevişmelere kanmamış şaire; Cahit Sıtkı Tarancı’ya bırakıyorum;

Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar
Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanmadın olacak
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında

  Fark edin, yaşamın büyük o muhteşem uyumunu. Katletmeyin, yitirdikten sonra bin pişmanlığa sürmeyin size ait olan, sizin elinizdeki kaderin…


Güven Serin
 

 



 

  








Hiç yorum yok: