21 Mart 2013 Perşembe

DOĞANIN DİLİ


Kamera; Güven Ganoslar

İnanmışlığın ayaklarıyla yola çıkanlar, doğanın ilaç niyetine
yolladığı, ortaya çıkardığı nesneleri, sesleri, renkleri
duymaya başlarlar; ağır ağır...


Kamera; Güven Mürefte yakınları

Çoban Mehmet Ağa, birkaç koyunu ve keçisiyle,
güne başlayıp geceye süzülüyor; hüzünden çok 
yüzündeki gülümsemeyle. Ne daha çok, ne daha
eksik; bir mucizenin kendisidir tabiat.


Kamera; Güven Şarköy yakınları
Tabiat renklerini doğuruyor; ve her doğum biraz
sancı, biraz acı demek; sonrasının bebek
tazeliğindeki kokuları içe çekmek demek.


Kamera; Güven Hoşköy Hora Feneri

O, 150 yaşında bir delikanlı; hâla dimdik... 


Kamera; Güven Serçeler ; lütfen ama lütfen rahatsız etmeyelim! 


Kamera; Metin Şarköy yolu üzeri

Yaşlı badem ağacı, gençler gibi renkten renge
bürünmemişti. Ama, "benim duruşum yeter be çocuk!" 
diyordu, ağaç diliyle ; diyordu inanın! 


Kamera; Güven Şarköy yamaçları

Tabiat boşluğu sevmez! Kendi dönüşümünü hemen başlatır.
İnsan da öyle, boyluğu sevmez; ya kabul eder değişimin
hüzünlü sancılarını ya da gururlu bir paslanma içinde
kireçlenmelere boyun eğer.


Kamera; Güven Şarköy Zeytinlikleri

Duruşlarındaki asalete bakar mısınız lütfen! 

DOĞANIN DİLİ

Geothe’ye göre, doğa değişik yönleri bulunan, hiçbir zaman ölü ve sağır olmayan kendine özgü dili (doğa dili) olan bir varlıktır.” Nurcan Özyer, böyle tarif ediyor Geothe’nin doğaya bakışını. Çevremde tanıdığım birçok insanın da böyle baktığını biliyorum. Dostum Yunus Usta da, Aziz öğretmen de, ben de, yanık sesli Latife Hanım, eşi Hasan Bey de, dağların kızı Safiye Hanım da böyle bakıp böyle düşünüyorlar. Düşünmekten öte, eyleme, doğanın yanında olma yürekliliğine soyunmuşlar.

  Nurcan Özyer, doğaya inanmışlığını, doğa ile olan büyülü yolculuğunu anlatmaya devam ediyor;

  “ Gözümüzü kapayalım, açalım, kulağımızı hassaslaştıralım, en küçük fısıltılardan en vahşi gürültüye, en basit tanılardan en yüksek ahenge, en güçlü ve tutkulu haykırıştan aklın en yumuşak sözlerine kadar her şeyin varlığını, gücünü, yaşamını ve ilişkilerini açıklayan doğadır. Öyle ki, kendisine görmenin yasak edildiği bir kör bile, hissedebilir bu ortamda sonsuz canlılığı kavrayabilir.”

  Goethe, yazarlığın, şairliğin yanında tam bir doğa hayranıdır. Doğa ile yaptığı büyük dansı, sözcüklere yön veren dilin keşiflerine ve bu keşifler de bu zamana kadar bizlere ulaşır;

 “ Doğa sonsuz yeni biçimler yaratır; şimdi var olan eskiden yoktu, eskiden var olan da bir daha gelmeyecektir. Her şey yeni ve yine her şey eskidir. Bizler onun tam ortasında yaşıyoruz ve ona yine yabancıyız. Bizimle hiç durmadan konuşuyor, ama bize sırrını açmıyor. Sürekli, onu etkileyen, buna karşın ona egemenliğimiz yok.

 Doğa Tanrının el yazısıdır.”

  Doğanın bir parçası olan insan, yani bizler belki de bilmeden kendi kaderimizi yazıyoruz dur  İnsanlık sırrına yakın olmak için doğayı, doğal hayatı ve özü anlamak yerine, hazır sunulanlarla uğraş, kargaşa, yapaylık keyifleri yaratıp, esas ve sonsuz huzura giden tünele bir türlü giremiyoruz…

  Bir mucize olan insanın bu kadar kısır bir yaşam sürmesini inanın dostlarım anlayamadım. Madalya ve övgü, alavere, dalavere ve soylu kurnazlıklar peşinde koşup, büyük soytarılığa soyunmak yerine, mucizenin anahtarlarını bir bir ele geçirip, o kapıları, insan bedeni ile ruhunu iyice perçinleyecek içsel eğlenceye ulaşmaktan yoksun kalmamız pes etmemiş acılarla üzüyor beni.

  Her zamanki gibi doğallığın adamı, hünerli bakışlarındaki insan Yunus Usta tam da yazımın kâğıda akmaya başladığı anda geldi yanıma. Doğadan açılan her sözcük onun erişilmese doğru gidişini nasıl da tetikliyor. Doğa demek Yunus demek… Yunus Usta doğadan, Goethe den söz edişime bir de ilave yaptı;

“madem bu güzellikleri anıyor, onlarla ilgili bir yazı hazırlıyorsun Goethe’den bir de şiir isterim”, dedi.
 
 Elbet, söz doğa ise, doğallığa yönelmiş, içsel huzurumuzu bu dünyaya gülümseyerek yakalamış-sak  bize bindirilen yükleri, giydirilen parlak kumaşları nazikçe bir kenara atmışsak, büyük ustadan bir şiir koymamak olmaz.

  Söz doğa dostu Goethe’de;

SEVGİLİNİN YAKINLIĞI

Seni düşünüyorum, güneşin ışıkları
                              Denizde aksedince.
Seni düşünüyorum, ayın parıltıları
                              Pınarlara vurunca.
Seni görüyorum, uzaklar bir yolda
                              Tozlar kalkınca.
Senin yanındayım, uzaklarda olsan bile
                              Bana yakınsın öylesine.
Güneş batıyor, ışık saçacak yıldızlar birazdan
                              Ah keşke şimdi yanımda olsaydın.

  Söz, doğa olunca, doğallık kaynamaya başlayınca beden de, mitolojinin içine, derinden derine inip, şair Vergilius ve sevgilisine armağan ettiğim bir şiiri de paylaşmanın yüksek erdemine sığınarak, yürek, diyastolun dansını yaparken ben de bu yazıyı bu şiir ile tamamlıyorum;

BİR BAŞKASIN SEN

Dokunuşum ipek tenine.
Seslenişin dost canıma!
Athena;
Başım döndü, soluğum kısıldı sana.
Hakikati aradım, hissettim yanı başında.
Yüzün
Saçların
Gözlerin
Sesin, hümanizmin
Hünerin
Gerçeğin insana dönüşmüş evreniydi.
İki denge arasında yüzdüm durdum;
Dokunmak mı, seyretmek mi seni?
Biliyorum;
Bir başkasın sen 

 Güven Serin













2 yorum:

ÇOBAN YILDIZI dedi ki...

Tabiatın insana sunduğu duyguları tarif etme hünerini ayakta alkışlıyorum Güven!

GÜVEN SERİN dedi ki...


Teşekkür ederim Zühre cim. Tabiatsız bir beslenme düşünemiyorum. O, daima verici ve sınayıcı dır...