26 Mart 2013 Salı

AVCI ve AV


Kamera; Yunus Ganoslar  

Avcı mıyım, av mıyım? Yol muyum, yolcu mu? 
Yazı mıyım, yazar mı? Bitmeyen insan ahlaksal lığı;
kimine göre av, kimine göre avcı... Bana göre,
imbikten; insanın serüveni süzülüyor,günün
ve gecenin denge içinde yaşandığı gezegende.

AVCI ve AV

  Bu döngünün özünde, kaçan ve kovalayan, yiyecek olan ve yenilen vardır. Avcı, onurlu bir kahraman… Av ise, zavallı bir canlı, soylu bir besin… Sanmayın ki bu durum hep böyledir; hep av olan kaçar, avcı da kovalar; hayır! Şiddetle hayır! Bazen döngüyü şaşırtan şeyler olur; av, kaçarken birden durur ve avcıya saldırır. Avcı şaşırır, şaşkınlığın muhteşem gururuyla geri çekilir; çünkü kendi de bir av konumuna düşmüştür…

  Böyle bir doğa şölenini herkes yakından görmüştür. Örneğin çok güçlü bir köpeğin bir kediyi kovalaması; kedi kaçar, köpek de kovalar. Ama zaman gelir ki kedi köşeye sıkışır; işte o zaman, kedi, av olmaktan çok bir avcı gibi savunma, saldırı sanatına dönüşen yürekli bir kahraman olur.

  Bu sebepten, belgesel yapımcılarına çok şey borçluyuz. Avcının organize avlanmasını, öldürmesini, avın ise organizeden yoksun, muhteşem kaçışını ve bazen kısa süreliğine cesurca geri dönüşünün büyük gösterisin izletirler bize.

  Lokale indiğimde günün ışıkları da güney yarım küreye ilerlemekteydi. Kuzeyin ışıksızlığa  karanlığın, yıldızlı kubbenin sonsuzluğuna davet ediyordu, insan denen canlının kargaşa içindeki halini. Bayram, çayım ile suyumu getirdi. Kısa bir hal-hatır sormadan sonra günün gazetelerinin çekim kuvvetine teslim oldum.

  Benden başka birkaç kişi daha vardı lokalin sıcak odasında. Bir kişi bilgisayarla meşgul oluyor, iki kişi de gazete okuyorlardı. Sonra, dört kişi daha geldiler. Gelenlerin birbirini selamlaması, hoş geldin demesin lokalin havası içinde teneffüs etti. Kısa saçlı buğday tenli kız ile hafif şişmanca erkek, diğer hafif şişman bayan ile orta yaş civarı kır saçlı erkeği selamlayarak, büyük bir hürmet sundular.

  Sonradan anlaşıldı ki, orta yaşlı erkek ile hafif şişman bayanın orada bulunuş amacı, puan+para kazanma işi üzerineymiş. Gelen genç kız ile erkek ise onlara para ve puan kazandırma işlemi yapacak olan “av” konumundaki canlılarmış… En köşe masaya geçtiler. Kır saçlı erkek ile yanındaki bayan sazı eline alıp başladılar konuşmaya. Bu işin ne kadar güzel olduğunu, ne kadar çok kazandıra bileceğini öyle bir ballandıra ile anlatıyorlar ki, neredeyse kendileri o bal tutan parmağı yeyip bitirecekler.

  Neyse ki av konumundaki genç kızın bakışlarında iyi bir savunmacı, “a,b,c, d” planları olabilen bir canlı ışığı sezdim. Bu benim tesellimdir o an için. Avcı konumundaki kır saçlı erkek ile yanındaki yardımcısı olan kadın, sıra ile bazen organize,  sürekli yükleniyorlar, avın zayıfı anında “eh” demesini istiyorlardı. Sıkça; “ sen bu işe uygunsun! Senin yapabileceğini anladık biz!” Bu sözler çok tanıdık geldi bana. Çok eski zamanlara gittim; benim de saçlarıma kır düşmemiş, beni de av olarak kabul eylemiş bir avcı neredeyse yarım gün beni avlamak için uğraşmış ama bir türlü beni avla-yamamıştı  Sanırım bizler zor avlarız. Her ne kadar kolay görünsek de, tabiatın dengeli yaşamına gönül vermişlikle, tanrısal sezgilerimizin, sosyal düzenimizin büyük yardımını alırız.

 Köşe masada, iki av, iki de avcı vardı. Avcıların enerjisi muhteşemdi. Hiç durmadan övgüler, özendirme silahlarıyla ateş ediyorlar, kısa saçlı zarif yüzlü kızın nazikçe geri püskürtmesini, hoş görülü haykırışını kabul etmiyorlardı.

 Avcıların masaya oturmasının üzerinden tam tamına iki saat geçmiş, artık pes vaktinin geldiğini sezmeye başlamışlardı. Kolay av sandıkları kız, harika bir strateji izliyor, onları nazik bakışlarıyla, tebessümüyle, yavaş yavaş uyarı ve saldırı silahlarını onlara çevireceğinin belirtileriyle kurtulmak istiyordu bu girdaptan. Ben, bu avcıların büyük saldırısını izleyen bir belgeselci ahlaksallığında, doğanın bu doğal olayına karışıp karışmama arasında gerçek can çekişmesini yapıyordum; hem avcı, hem de av heyecanını yaşıyordum, yaşadıklarımdan habersiz olanların hemen yakınında.

  Bir ara, avcı sanılan kızın bıkkın, sıkkın yüzünün acı çeken nazik halini görünce el-kol hareketi yapmak istedim. Anlatmak istediğim hareket şu olacaktı; “ bu zalim avcılara asla kanma, pes etme zarif yüzlü yaratık.” Demeyi öyle çok istedim ki…

  Sonunda, döngünün büyük tekrarı olmadı. Avcılar genç avları ikna edememişler, muhteşem enerjileriyle baş başa kaldılar. Çok insanın kanabileceği, pes edip, artık ben onurlu bir avım, beni afiyetle ye, diyebilecekleri bir av sahasından sağ-salim çıkmışlar, bir de nezaketlerini yitirmeden, büyük kurtuluşun soylu hatırına “teşekkür “ ederek ayrıldılar.

  Bir süre lokalde kalan avcı erkek ile kadın, tam anlayamadığım homurdanmalara bakılırsa, yenik duruşlarını, büyük enerji kayıplarını anlatıyorlardı birbirlerinin kurnaz yüzlerine. Ne acı; genç kız bütün zarafetini kullanarak onlara şu can alıcı uyarıcıyı yapmıştı;

 “ SİZİN ANLATTIKLARINIZ ÇOK GÜZEL DE BENİM TARZIM DEĞİL. BEN YANINA GİTTİĞİM DOSTLARIMIN BU ŞEKİLDE RAHATINI KAÇIRAMAM, YAPAMAM!” Bu sözleri beni de köşeye sıkıştıran avcılara karşı bende kullanmıştım. Duyunca tanıdık bir dostu görür gibi olup, o sözün sahibinin zarif bedeninin elini sıkmak istedim.

 Hep avcı ruhuyla dolaşanlar; nazik uyarıları, zarif bakışları anlamazlar; ta ki kendileri “av” durumuna düşüne kadar…
 Güven Serin


2 yorum:

Momentos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
GÜVEN SERİN dedi ki...


Kesinlikle Bravo Sezer; benden de :)) İyi dayandı, iyi mücadele etti ve savaşı kazandı :))