16 Ocak 2013 Çarşamba

EVREN SEVGİSİZ YAŞAYAMAZ

Kamera; Güven    Kaş

Sevgi her yerde var; zorla kimseye vermek zorunda
değiliz; o zaman sevginin taklidi bizi şaşırtır...
İnanmışlık, zorlamayla, takıntılarla dans etmez; o,
büyük boşluğun ışıltılarıyla dans eder.

EVREN SEVGİSİZ YAŞAYAMAZ

  Sevgi sözcüğü çok uzaklarda kalmış ikindiler gibi, şafak vakitleri gibi uzak bir müziğin dansını hatırlatıyor bana. Gerçekten de sevgiyi tükettik mi? Hiç sanmam, çağlar arasın geçişlerin, her toplumsal manevranın kendine has zorlukları, unutkanlıkları ve uyuşuk miskin zamanları var; şimdi de öyle bir zamanın en bonkör zamanlarındayız; sadece bu…

  Sevgi sadece insana mahsus sanılırsa en büyük aldanışın da taraftarı oluruz. Sevgi çevremizdeki hayvanların kuyruklarında, kulaklarında ve gözlerindedir aynı zamanda. Sevgi toprağa diktiğimiz küçücük bir tohumun muhteşem başarısı olan döngü-dedir  kuru, siyah ve çirkin bir tohumun; yeşil, kırmızı, pembe, sarı; kısacası renkten renge, kokudan kokuya geçmesin dedir.

  Sokağımıza çoktandır yaşayan küçük beyaz köpek; yani diğer bir ifade ile biz sokak yaşayanlarının verdiği ismiyle; Pamuk, sadece insanda var olduğunu sandığımız sevginin, sevecenliğin içgüdüsel gösterisini yapıyor bizlere. Köpek, kedi, keçi, tavşan, güvercin besleme-yeli çok oldu. Onların davranışlarını sevgilerini üzerime çekmeyeli, onların bir yudum ekmek, bir yudum su ve biraz okşanma karşılığında yaptıkları o muhteşem sunumları yaşamayalı neredeyse çeyrek asır oldu ve geçti.

  Yakın bir zaman önce her gün yanından geçtiğim sadece selam verdiğim sokağımızın köpeği olan Pamuğa biraz tavuk kemiği ikram ettim. Biraz temkinli davrandı beyaz küçük köpek; çünkü her zaman selam veren bu ciddi adam, bu sefer tam da ağzına layık tavuk kemiği sunuyordu, olacak iş mi bu, der gibi oldu. Sonunda kemikleri yanına bırakırken, biraz hayvan temkinliliğiyle üç dört metre öte gitti. İzleyen günlerde her gün selamıma kuyruk ile “merhaba, günaydın” diyen Pamuk, artık kulaklarıyla da, gözleriyle de “merhaba, günaydın” demeye başladı; bir yudum kemiğin bir kucak sevgi karşılığıdır bu sunum; aynı zamanda evrenin de içinde barındırdığı sevginin en hakiki gerçeğidir…

  Pamuk ile aramda geçen diyalog ve sevgi alışverişinden sonra, beslemediğim yılların köpek, kedi ve diğer canlıları adına sevgisizliğin derin acısını hissettim. Beslemediğim, büyütemediğimiz güllerin, yaseminlerin, zambakların, karanfillerin, sümbüllerin sevgisizliğin yarattığı büyük boşluktan ürkerek titredi bedenim.

  Meğerse büyümenin haylazlığı içinde, çocukça yaşadığımızı sandığımız zamanlarda bile en güzel yıllarımızı nasılda tüketip, buzdolabına kaldırılan yiyecekler hanesine koyup ta bir türlü yiyemediğimiz zamanlara sakladığımızı farkına vardım; sevgi için, sevgiyi üretmek ve onu yaymak için hiçbir şarta ihtiyacımız olmadığı ortada; güneş her sabah doğuyor; bütün zamanların, boşlukların, karanlıkların, çirkinliklerin, soğukların dönüşümü aşkına… Ya bizler; insanca uydurduğumuz, insanca sıraladığımız gülünç edinimler için bir ömrü nasıl da yaşlandırıp, hırpalıyoruz; nasıl…

  Evren sevgisiz yaşayamaz, evrenin derinliklerinden ve genişlemesinden üretilen bir enerji demetleri milyonlarca,  milyarlaca büyük boşluğa dağılıyor; gözle görmediğimiz, elle dokunmadığımızı zannettiğimiz nice ışıklar büyük bir gösteri içinde canlı rastladıkları ilk gezegene, o gezegende büyümekle, yeşermek-le meşgul olan bütün canlılara o muhteşem gücü, canlıların gülümseyen, saran, sarmalayan sevgiyi akıtıyorlar.

 İstanbul Dünya Ticaret Merkezinde konuk olduğum önemli bir mertebenin duruşuna sahip olan insanda da bunu gördüm; gücünü, konumunu, yaptığı işin dışına taşımamış, otuz dört yılın hakkını büyük bir çalışkanlıkla, vefa örneğiyle göstermiş insanın büyük lütufları, beni bir kez daha düşündürdü; bu kadar gurur, bu kadar utanmazlık, bu kadar korku var ve çoğalmışken; bu mütevazı insanlar hâla varsa, kaybolmamışsa; belli ki evren sevgisiz yaşayamıyor… Bu insanlar aynı zamanda bir kara, çirkin tohumun nasıl renkten renge, kokudan kokuya girmenin de anlatımını yapıyor bizlere.

  Yine çok taze bir günün yakın martı çığlıkları içinde İstanbul Karaköy’de bulunan Kadıköy iskelesi yakınındaki Mado  pastahanesinde çayımı yudumlarken, bir erkek ile bir kadının buluşmasını gözledim; erkek, üşümüşlüğün farkında bile değildi; heyecanı beden motorlarını çoktan çalıştırmış sımsıcak bir sevgi ile Barış Manço vapurundan inen kadına adeta koşarak ilerliyordu. Kadın da öyle; gülümsemesi sadece yüzün şekil değiştirmesiyle gerçekleşmiyordu; evrenin derinliklerinden dağılmış ışık demetçikleri, kadının ruhuyla daha da inceltilmiş, daha bir insan kılığına ve insan gözüyle görülecek bir sevgi ışımasına dönüşmüştü; anladım ki,

EVREN SEVGİSİZ YAŞAYAMAZ…  

 Güven Serin
  



Hiç yorum yok: