3 Aralık 2012 Pazartesi

GİDENLERİN TÜRKÜSÜ


Kamera; Güven 

Kamera; Güven Enez Antik Kenti

Kamera; Güven Bergama 






GİDENLERİN TÜRKÜSÜ

  Bu diyarda doğmuş, bu diyarın masalları, hikayeleri ile büyüyüp destanlarıyla serpilmiş her insan hüzünlü yaşar, gidenlerin ardından. Ve ben bu şarkıyı duyunca;

  “Camların arkasında gece ve kar/Beyaz karanlıkta parlayan raylar/Umutsuz ve çaresiz sallanan eller/Kavuşulmamayı anlatıyorlar.” Ağlamalı oluyorum.

  Esenler otogarı askere uğurlama törenleriyle şenleniyordu. Davulun ve zurnanın sesi eğlenceyi çağrıştırsa da, aslında veda törenleri yapılıyordu. Küçük guruplar halinde dört beş grup, yaklaşık 15–20 kişiden oluşuyordu. Davullar ve zurnalar çalıyordu gidecek olanların ardından.

  Askere gidecek olan gençler garip ve acı gülümsemeler içinde dik duruyorlardı anne, baba ve akrabalarının yanında. Biliyorlardı ki birazdan bu müzik, bu seslenişler, dik duruşlar, el sallamalar bitecek. Bir başlangıca uzanacaklar yirmi yaşlarındaki çocuklar. Hayatı daha iyi tanımanın, vatan ve ulus geleceğine inanmış olmanın yüksek gururu ve büyük insanlık erdemiyle bulmaya çalışacaklardı onlardan istenen hazinelerin anahtarını.

  Kimi yakını olan asker adayını havaya kaldırıyor, kimi sarılıyor, kimi genç erkek de sonlu bir ülkenin, erken sonları için helallik alıyordu. Hava soğuktu soğuk olmasına, gün çoktan geçmişti geceye. Kasım ay’ı bir günü daha geceye devretmenin kupkuru soğuğu ile İstanbul tarihine notlar düşüyordu.

  Davullar ve zurnalar genç insanların;

“Şehitler ölmez, vatan bölünmez. Vatan sağ olsun, bizim sana canımız feda olsun.” Sesleriyle ses oluyor, soğuğu unutmuş bedenler, soğuktan çok sevdiklerinden ayrılmanın gizli büzülmeler ini,  titremelerini yapıyorlar.

 Attila İlhan Sisler Bulvarından Esenlere uzanan sesiyle şiir okuyor: 
Elinin arkasında güneş duruyordu
Aylardan kasımdı üşüyorduk
Ağacın biri bulvarda ölüyordu
Şehrin camları kaygısız gülüyordu
Her köşe başında öpüşüyorduk

Sisler bulvarına akşam çökmüştü
Omuzlarımıza çoktan çökmüştü
Kesik birer kol gibi yalnızdık
Dağlarda ateşler yanmıyordu
Deniz fenerleri sönmüştü
Birbirimizin gözlerini arıyorduk

  Şair bütün seslere, bütün gidenlere böyle sesleniyordu. Davulcular ve zurna çalanlar da o gecenin de ekmek parasının çıkması, gidenlere minnet ile direniyorlardı gecenin ilerleyen saatlerine.

  Anneler daha güçsüzdüler gidenlerin ardında. Babalar gibi güç gösterisine sığınıp ağlamayı utanmazlık saymıyorlardı. Bir anne soluk almakta, ayakta durmakta zorlanıyordu. İki koluna iki erkek girmişti teselli ve diklik ve güçlü olma adına. Ama o, yirmi yılın seçilmişliği ile doyamamanın açlığı ve merhameti içinde gecenin ışıklı terminalinde yaşam savaşı veriyor.

  Her asker gurubunun yakınına kadar sokuldum. Belki de beni dışarıdan seyredenler o gurubun buruk kalpli insanı sanmıştır. Belki Homeros kadar kulaklarımı, Beethoven kadar gözlerimi açıyordum gecenin soğuk dostluğuna yaslanıp, gidenlerin türküsünü dinlerken…

  Ağlamalı oluyordum ağladığımı sisler ardına gizleyerek. Gözlerim beynime, beynim ruhuma yılların birikimi adına haykırıyordu; vatan, ulus, sevgi, insanlık kavgasını veren insanların garip, perişan, buruk ve çocuk gülüşlerine.

  Bir insanın en paha biçilmez eseri canı ve canını, vatan ve ulus için nasıl da önemsiz bir nesne gibi sisler içinde, davul ve zurnalar eşliğinde olgunluğu yaşamadan, tatmadan gözler bile kırpmadan son buluyor…

 En son gurubun en dikkat çekici sahnesi bir genç kız ile askere uğurladığı sevgilisi arasında yaşanıyordu. Otobüsün dokuz numaralı yolcusu askere gidiyordu. Yani gurbet ellere; vatan dediğimiz gurbete, yalnızlığa, sisler ve dağlar ardına. Mini minnacık olan sarı saçlı kız bırakmayacak duygular içinde sarılmıştı ona. Genç erkek kızın her sarılışında daha da olgunlaşıyor, tabiatın yüklediği yüksek erkeklik duruşu hatırına daha da yüceliyordu dokuz numaralı koltuğunda.

  Şair hiçbir küskünlük taşımadan ihanet edenlere, palavrayı kültürleştirmek isteyenlere yine ses veriyordu;

Sisler bulvarında seni kaybettim
Sokak lambaları öksürüyordu
Yukarıda bulutlar yürüyordu
Terk edilmiş bur çocuk gibiydin
Dokunsanız ağlayacaktım
Yenikapı’da bir tren vardı

  Esenleri otogarının sisleri, çığlıkları, hüzünleri ve umutları içinde günün içindeki hazinelerime Tekirdağ'a dönmenin erdemiyle dokunuşların iç ağlamasıyla gülen bir insan taklidi yapıyordum.

GÜVEN SERİN



 

 


Hiç yorum yok: