8 Aralık 2012 Cumartesi

BEN BERTOLT BRECHT



+
Kamera; Güven  Tekfur Sarayı-İstanbul

Nice yenilik,nice ışıltı ve yükselti korkutur insanı. İnsan
evreni merak eden, dünyalara sığmayan insan, bir taş,
bir ahşap sadeliğinde arar ve bulmak ister kendini.
Ve bir şair haykırdı kuzeyin soğuk diyarından; 
Ben Bertolt Brecht; ekmek ahlaktan önce gelir, dedi...


BEN BERTOLT BRECHT

 Sahnede, kendini sanata, sanatın tiyatro dalına adamış Genco Erkal ve Tülay Günal var. Seslerini ve bedenlerini ustaca kullanan sanat emekçileri…

  Yarım yüzyılı geçen neredeyse 55 yıllık tiyatro yolculuğu, 46 yılı geçen Bertolt Brecht oyun dostluğu şehri Tekirdağ’ımıza kadar uzandı. Belediye Başkanlığının, Meclis Üyelerinin sanata verdikleri en küçük destek için dahi alınlarından öpüyorum. Her ne kadar biletleri dağıtmadaki büyük usulsüzlüğü yok etmediyseler bile sanatın var olduğu yerde küçük sorun olarak kalıyor.

  Dostlar Tiyatrosu Alman şair Bertolt Brecht’in, Ben Bertolt Brecht kabaresiyle uyuyan güzel şehrimin uyumayan üç yüz kişisine seslendi. Yüz elli bin nüfuslu şehrin içinde üç yüz kişinin tiyatroyu sevmesi soğuk, yağmurlu bir kış günü uyanıklık, emek, akıl, sanat ve her şeyden önce kendimiz için, hazır olmamız kötünün en iyisidir diye düşünüyorum.

  Tiyatrosu olmayan, sineması bulunmayan, gece eğlenceleri eksik şehirlerin ruhları da, gelişimleri de eksiktir. Bir şehrin yollarını isterseniz altınla kaplayın, isterseniz yakutla; ama içine sinemayı, tiyatroyu, müzeciliği, sporu, felsefeyi, emeği, çalışmayı yerleştiremezseniz; o şehrin boşluğunu, yok oluşunu, zavallılığını engelleyemezsiniz.

  Büyük adam ve yetenekli kadın sahneye çıktılar ve adam seslendi; Ben Bertolt Brecht dedi. Daha başka; Önce ekmek gelir sonra ahlak, gelir dedi gür ve inanmış sesiyle. Ekmekten önce ahlakı, kendi ahlaklarını akıldan çok apış arasına sıkıştırmaya çalışan büyük sefillere seslendi şair-yazar ve oyuncu. Vatan, millet diye diye en öne çıkarılan adına şehit verilen yüz binlerce vatan evladının vatansız, hukuksuz, aşsız kalışlarını ve onların yuvalarındaki gözyaşlarını, bir değil bininci kez hatırlattı, unutmayı seven soylu insancıklara.

  Öncü (Avangart) besteler ve müzik teorisyeni John Cage’in (I912-1992) doğumunun 100. yılı anılırken Selçuk Altun onun için şöyle diyor;

O bir gizli yazar, ressam ve bibliyofildi. (kitapsever) Onun için ‘sessiz’ bir müzik enstrümanı hatta müzikti. Söyleyecek hiçbir şeyim yok işte, onu da söyledim, diye buyurmuştu.”

  Ya Genco Erkal için ne demeli? Onu nasıl anlatmalı? Sessizliği delen sesini ve o evrenin derinlerinden gelen bakışlarını, ses ile bakışların evrenin enerjisinin süzülüşü gibi süzülmelerini nasıl izah etmeli, büyük şamataları, büyük korkulara, sessizliklere çeviren insancıklara? En iyisini yine Genco Erkal yapıyor; sanatı ile kabaresi ile Bertolt Brecht dutsunun dizeleriyle anlatıyor, anlamlara aç olan insanlığa.

  Ben Bertolh Brecht ve ben diyorum ki; EKMEK AHLAKTAN ÖNCE GELİR…

  Sanata inanmışlıkla destek veren, yazarlar, çizerler ve şairler hep olacak. Bu evrenin değişiminin değişmez kuralı, büyük dengelerin dengeleyici ümidi, yaşamın en güzel heyecanıdır da aynı zamanda. Bu heyecana Metin Üstündağ da katılıyor dizeleriyle;

Ülkelerin, keşkelerin kadarsın!
Kadir kıymet bildiğin kadarsın!
Yaraların kadarsın!
Üzdüğün insanlar kadarsın!
Verdiğin şeyler kadarsın!
Kaderin kadarsın!
Öldükten sonra kaldığın kadarsın!

  Ben Bertolt Brecht; ekmek ahlaktan önce gelir. Hayat, yaşam, uygarlıklar ilerledikçe ekmekler hiç ucuzlamadı. Vatan, millet nutukları atılırken, şehitlerin en hakiki gözyaşları sadece analar tarafından dökülürken ekmekler hiç ucuzlamadı…

  Flaubert, “Yazmak yaşamanın bir biçimidir” demiştir. Celal Üster de “Bu çekici ve sömürücü mesleğe gönül verenler yaşamak için yazmazlar, yazmak için yaşarlar…”

 Tiyatro oynamak da, gerçek oyuncular, sanata ve emeğe, evrenin yüce adaletine inanmışlar için sadece yaşamak için çıkılan bir sahne gösterisi değil, oynamak için yaşar onlar…

  Ekmek ahlaktan önce gelir; önce ekmeğinizi kazanın, sonra ahlakınızı ve saygınlığınızı, kendinizi kazanın, birilerini tüketmeden, yok etmeden, karalamadan, bağnazlıklara gönül vermeyip yüce yaratanı sevgi ile hissederek…

   Güven Serin
 

 


6 yorum:

bilge dedi ki...

Sevgili Güven birilerini tüketmeden kendini kazananlara selam olsun...dostlukla kalın

GÜVEN SERİN dedi ki...


Selam olsun sevgili Bilge. Teşekkür ederim; dostlukla.

gülsen VAROL dedi ki...

Kerizlerin çoğunlukta olduğu bir ülkede ekonomik kriz olmazmış sevgili Güven..Bugün Bekir Coşkun öyle söylüyordu.. Vicdanı hür bir nesil yerine aklı kıt bir nesil ekmeğe vatanını satıyor baksana.. ahlak olsa???
Çok güzel yazılarını defalarca okuyorum ve bilgileniyorum sevgili Güven.. Bir zamanların azılı bir tiyatro severi olarak sana teşekkürlerimi bırakıyorum.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Günaydın öğretmenim. İki bin yıllık ağıtların,destanların ve göçebe hayatının kültürleşme-sinin kayıp insanlığını yaşıyoruz.

Bir karikatürist bir çiziminde duyarlı insanı şöyle anlatıyordu; duyarlı insan sesleniyordu büyük acı içinde;
" Toplum bilinci olmayan bir toplum için ölmek,ne acı..."

Böyle bir şeydi. Ama iş vatan bilincine gelince, vatan bilincini çoktan yitirmiş, göçebe dalgalarıyla her gün yıkanan büyük tüccarlar söz konusu ise, acı çekmeden, düşünmeden, korkmadan, sorulara cevap aramadan edemiyor insan.

Bir insan olarak duyarlılığınıza, bir insan olarak minnet ile el sallıyorum.

Adsız dedi ki...

Ekmek için ahlakın tehlikeye girmediği bir dünyada, sıralamaya gerek duyulmazdı sanırım..
Eğer öncelik sırası belirleniyorsa, ahlak çoktan sükut etmiştir zaten.. Aynı günümüzdeki gibi..

GÜVEN SERİN dedi ki...


Doğruya doğru fakat tabiatın sürprizleri gibi istisnalar hep var; onlar, o yüce insanlar, ne namusluyum, ne ahlaklıyım derler; sadece bunu bir yaşam fazileti görür ve yaşarlar... Saygı ile.