24 Temmuz 2012 Salı

ÖLÜMÜ YAŞAMLA DOLDURMAK


Kamera; Güven Akropol-Bergama

Bu diyar taşların, tepelerin zanaat ile
buluştuğu diyar.
Taş koridorlar insan beynindeki kıvrımlar
gibi gizemli arayışların sevinçli 
buluşlarına doğru yol alıyorlar. 


Kamera; Güven Akropol-Bergama

Uygarlıkları yer üstüne çıkarma becerisini
felsefe ve sanat ile buluşturmak belki de
yer altı inişlerin, toz-duman oluşların da
sihirli cevabını bulmamıza şans verecektir.


                               ÖLÜMÜ YAŞAMLA DOLDURMAK

  Kolay bir şey midir; ölümsüzlüğü hayal ederken teslim olmak ölüme? Ağır ağır, kırıntı kırıntı ilerleyen ömür saati, hangi yaşam çılgınlıklarıyla doldurulmalı ki, ölüm yaşama dönüşsün?

  Bu zalim ve kaçınılmaz ölümü kim bilir kaç insan sorgulamıştır. Kimi bir ömür bir arpa boyu yol alırken, kimi o ince çizgiye, ölümü yaşamla doldurma zenginliğine ulaşmış, satırlara, öykülere geçen yaşam elbiselerini gönüllü olarak bırakmışlardır.

 Yaşamak zor sanattır. Bu sanatın sonu ölüm ise, kaçınılmaz olduğu biliniyorsa, bir de sürpriz vurgunlar peşimizi şımarıkça, zalimce takip ediyorsa; yaşamı, yaşarken berbat etmenin faturası bize; biricik bedenimize kesilecektir.

  Her filozof, düşünen kişi, bu zalim ölümü sorgulamıştır. Gelinen noktada kendi içsel huzurunu yakalayanlar, hayatın zenginliğini farklı yönlerde arayanlar yaşarken ve ölüme yaklaşırken dahi daha da yaşamla doldurmaya başlarlar bizi bekleyen o gaddar ölümü. Hızla ruhsal çıplaklığa doğru yol alırlar. Bedenin gösterişinden sıyrılmanın bin bir çaresini arar, gururu, onura, büyük kazançları mütevazı yaşam biçimlerine dönüştürürler. Kaybedecek ne kadar şeyimiz varsa, o kadar korkar, o kadar telaş eder ve can sıkıcı çarelerden medet ummaya başlarız. Her kazanma isteği, daha fazla ve daha fazla vurulacak kamçı darbeleriyle, insan zekâsının güzel-soylu hileleriyle buluşmaya başlar.  

  Yaşamla dolduramadığımız ölüm kaçınılmazdır… Acımasızdır… Bu yüzden sanata, felsefeye hayat vermiş Abidin Dino hasta yatağında büyük acılar içinde yaklaşmıştır ölüme. Bildik korkulardan değil, ölümü çare olacak onu kurtaracak bir dost edasıyla seslenmiştir Dino;

“Ölüm mü; ne büyük bir buluş!” Bu sözü ancak acıların yoğunluğunu yaşayan, çareyi yaşam içinde bulamayan ve hayatın diğer bölgelerine dokunarak anlamlı, içi doldurulmuş bir yaşam süren insan icat eder. Ve ölüm böyle bir şeydir; beden yaşamaktan vazgeçti, dayanılmaz ağırlar, sızılar terk etmediyse bizi.

  Hayatla, hayatın bütün getirileriyle barışık yaşayan insanlar vardır çevremizde. Bakışlarındaki doluluk, yüzlerindeki ışık, bize sundukları bilgelik, beş on kelimeden öte geçmese bile, yaşam sanatının asıl olan güler yüzlü, zengin gönüllü olabilme şansına sahip olmuşlar; karşılaştıkları her türlü olayı kendi görgü, bilgisi ve kabul edişiyle selamlamışlardır.

 Yaşam; yaşamak ölürken bile; öleceğimizi bile bile güzel ve tarifsiz bir dünya olayıdır. Görkemli evrenin bilinen tek canlı gezegeni; sırlarıyla, gizemleriyle birbiri içine geçmiş bir sürü yaşam formatını taşıyor.

  İnsan denen canlıya diğer canlılardan öyle üstün özellikler sunulmuş ki paha biçilemeyecek kadar değerli. Nedir diyecek olursanız; AKIL derim. Hislerimiz derim… Ama bu akla, bu hislere ve sezgilere, öğrenme açlığına sahip olan insan; sürekli savaş, kargaşa, yetmezlik ve tarifsiz acılar içinde; neden? Çok, çok iyi bir soru; neden? Yaşam sanatını büyük bir oburluk gibi görmemizden… Dedelerimiz bir hırka, bir lokma ile mutlu ve huzurlu oluyor, sekiz-on çocuk yetiştiriyorlarken, bizler, bir çocuk yetiştirme arbedesi içinde neredeyse telef oluyoruz.

  Kendi hayatımızı yarış atının düzenine soktuğumuz gibi çocuklarımızı da yaşam telaşı içindeki büyük koşuda, ne çocuk, ne de insan olarak görmüyoruz. Hâlbuki yaşam, ölümü algılamamızı sağlayan biricik yaşam, her yaşın yaşama zamanını tanıdığı zaman, zengin düşünme ve algıları oyunla, mizahla arttırdığımız zaman esas ve büyük anlamına kavuşur.

  Ölümü yaşamla dolduran, dünya zamanının her türlü çilesini, neşesini tutarlı ve temkinli bir görgü ile karşılayan insanların da derin seslenişleri, tarifsiz özlemleri vardır. Füsun Akatlı dostu Tomris Uyar’ın erken ölümü üzerine haykırışı şöyle olmuştur;

“Hiç durulmadan akan sudur o. Çakıl taşlarından seken, engebeleri aşan ritim kazanan, gözü-kulağı yanıltan, toprağa emilen, göl olup taşan, güvendiren, yeşerten, setini yıkan, yeniden sabırla kaynaktan baş veren.
Bunu şaşırtmak için yapmayan; ama şaşırtan, içsel enerjinin efendisidir.”

  Ölümü yaşamla doldururken eğlenirsiniz. Duygulanırsınız. Taşkınlıkları taşacak suları çevreye zarar vermeyen mimari kanallarla çözümlemenin yorgun keyfini de yaşarsınız. Öleceğinizi bilerek; öykülere, şiirlere, çiçeklere, sevgilere, seslere, evrene benzeyen derin ve sonsuz bakışlara akarsınız…

  Sonlu olsa bile aşkı yüceltir, koruma altına alan insan erdemini keşfedersiniz. Yaşam davulları ölüme yaklaşan töreni her zaman neşelendirmek, hatta biraz da oyalamak için çalarlar.

  Yaşamı, yaşarken yaşamla dolduran Salah Bersel’de ölüme yaşamla katkı verenlerdendir. Birsel kendi katkısını bir yazısında biz insanlara armağan etmiş;

“ Dört davul görürseniz birine vurun. (…) Üç güzel görürseniz birini sevin. Siz siz olun on kitap buldunuz-sa… Beşini okuyun!”

Güven Serin 
  



1 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Bir gün öleceğini bilip de yaşayan tek canlı türü insan olduğuna göre hiç kolay değil...

Fotoğraf karelerindeki ironik görkem ifade ettiğiniz duyguları yansıtıyor. Bu tür yerlere gidince, oaralardan gelip geçen nice yaşamlar gelir aklıma, ürperirim. Bir yontunun kıvrımlarına dokunur, ya da bir yabani incirin tozunu koklar, rüzgarın tenime değdiği anın, daha önceki yaşanmışlıklarla kesişme anları olduğunu hissederim...