4 Haziran 2012 Pazartesi

VEDA ve ÇAĞRI

Kamera; Güven    Moda -İSTANBUL

Işığın olduğu her yerde heyecan vardır.
Heyecan yaşamın kendisinde gizlidir.


VEDA ve ÇAĞRI

 İnsan bir insandan veya alışık olduğu yerden ayrılırken insanca “veda” eder. Yani birbirlerine esenlik dilerler. İnsan veda ettiği değerleri - canlıları içinde yaşattığı sürece onların yegâne koruyucusu da bu esenlik olacaktır.

 Veda etmek de çağrı da bulunmak da insana özgü bir seçimdir. İnsan tarafından akıl ve duygular ile olgunlaştırılmış oldukça önemli seçenekler kültüre dönüşmüştür. Veda, deyince büyük üzüntü, büyük bir acı akla gelir. Ama her veda öyle midir? İki insanın esenlik içinde ayrılması ve sevgiyi mekânların da dışına taşıyacaklarının evrensel kabul edişini yapmış olmaları bu hüznü aynı zamanda çağrıya, başka kavuşmalara da yaklaştırmaz mı? Elbette esenlik içinde gerçekleşen her veda, bir başka güzel buluşmanın, kavuşmanın da habercisidir…

 Tekirdağ aydını, entelektüelleri, öncüleri bu şehri bir bir terk ederken, belki de esenlik içinde veda bile etmediler. Bu şehirde yaşamayan ama yaşadığını varsaydığımız birçok ünlü insanın ününden faydalanma merakımız şehir sanatımızı da hüzünlü bir boşluğa itmiştir.

Hâla bu şehirde yaşamayı bırakmamış aydınların sesi ise her zaman iç çekişli hüzünlerle dolu. Böyle mi olacaktı bu şehir? Geceleri Issız… Işıksız… Renksiz… Sessiz…

 Liman Çay Bahçesinde rast gelip bir çay keyfinde şehrimizin ıssızlığını, renksizliğini konuştuğumuz Öksel Demir’de edebi bakışında, iç çekişinde bunu anlatıyordu bana…

Veda ve Çağrı, duyguların akıl, aklın duygular ile yoğrulması insan denen canlının sevgiyi bile sanata dönüştüreceğinin de anlatımıdır aslında.

Tevfik Fikret’in Halûk’a Veda şiiri de böyle bir anlatımın yıllar öncesinin büyük esenliğini anlatır bize;

“ Ey yükselmek aşkıyla Bizans’ın çürük kollarından ayrılan yolcu; arkana hiç bakma, Bizans’ın solduran bakışı seni hiç heyecanlandırmasın. Her zaman önde yürü… Her zaman yukarı bak… Uç git, her tarafı dolaş. Güç veren, yükselten ne varsa hepsini gör, öğren. Yolunda taş, iğne ne varsa hepsini topla ve UYUŞUK çevrenin üzerine fırlat. “

 Bütün mesele hiç durmadan yol alan, hareketi sayesinde var olan evreni ve dünyayı anlamaktan ibarettir. İşin özü çalışmak; yani bir şeylerle meşgul olmak ve hareketten yoksun kalmamak… Bir şiir, bir gazete, bir kitap, bir bahçe, bir çocuk, bir yaşlı, bir kadın-sevgili…

 Meşguliyettir uyuşukluğu yok eden. İnsanı her an hazır tutan, ölüm ile yaşam arasında fark edişin heyecanını veren de budur…

Marcus Aurelius her sabah evinden çıkarken şöyle seslenirmiş;

“ Yine bugün bir sahte iyi giyinmişe, yalancıya, bir haksıza, bir akılsıza rastlayacağım.” Derdi. Evet, Marcus Aurelius gibi de düşünebilir, ama kendi düşünüzün gerçeğe dönüşmüş olan felsefesi ile şöyle de seslene bilirsiniz;

“ Yine bugün güneşin doğduğu, aydınlığın var olduğunu görüyorum. Hâla nefes alıp kendi ayaklarım üzerinde yaşıyorum. Yeni yollar, yeni patikalar ve yeni sesler görüp dinleyeceğim için şanslıyım ben.”

 İnsan denen canlının isteklerle dolu yolculuğu hiç bitmeyecektir; bunu biliyorum. Görüyorum… Asıl sorun bu istekleri karşılarken hayatımızı lanetli tuzaklarla; hırsın, intikamın, kinin, nefretin, hilebazlığın seçenekleri ile mi süsleyeceğiz; yoksa felsefenin, sanatın, edebiyatın, onurun, saygınlığın, doğruluğun seçenekleri ile bir şölene mi dönüştüreceğiz…

 Tevfik Fikret oğluna veda şiirini yazarken, edebiyata, felsefeye, doğruluğa inanmışlığın aşkı ile seslenmiş; neredeyse yüzyıllık geçmiş içinde yok olmak yerine ebedi bir saygınlık ve sevgi içinde esenlik ile yaşatılacaklar arasında yerini almıştır.

 Eli kalem tutan ve beni de yazarlık ile erdemli bir dostluk kurmama yardımcı olan evrensel ışınlara, yazılarıma büyük bir özveri içinde yayın yapma şansı yaratan Habertrak gazetesi kurucularına, çalışanlarına minnet ile selam ediyorum. Bu selamımdan sonra ben de Fikret gibi aklın, felsefenin, doğruluğun iç sesi ile “ÇAĞRI” ya kulak veriyorum;

GEL

Gel demelisin zamanı geldiğinde
Zamansızlığı, yorgunluğu düşünmeden!
Gel demelisin; sevmişliğin güzel hatırına.


Gelişler bilinen zamanları için değil,
Beklenmeyen zamanların panzehiridir aslında.


Gel demelisin o halde;
Deli vakitler içmeliyiz bir kahve keyfinde…

 GÜVEN SERİN

2 yorum:

gülsen VAROL dedi ki...

Yine sabahıma ışık tutan bir yazı ile başladım güne.. Ders alınması gereken ne çok satırlar var.. Tekirdağ'ın bende çok özel bir yeri var.. 30 yıl önceye ait.. banka kampında hastalanan oğlumu oradaki bir doktora (yanılmıyorsam soyadı "Oktar" idi) götürmüştüm.. teşhiş..ilaçlar.. vs.. bir hafta sonra Tekirdağ'dan hayli uzak Silivri yakınlarındaki kampa oğlumun nasıl olduğunu öğrenmeye gelmişti.. Tekirdağ aşığı bir adamdı onu anımsadım.. Emekli olan her münevver insanın mutlu olabileceği bir mekân demişti..
Sana yazıların kadar güzel bir hafta diliyorum sevgili Güven..

Unknown dedi ki...

Sometimes it's hard to understand life. On the one side the time, on the other side timeless ... This is a beautiful story. As with all of your stories. Selam, my friend :)