23 Haziran 2012 Cumartesi

İY'Kİ GELDİN AHBAP

                                                   Kamera; Güven   -Tekirdağ

İY'Kİ geldin ahbap! Merhaba dedin,
Nefesim nefesine dedin...
   Nesine yar nesine
   Ölürüm ben sesine
   Bir daha vursaydı
   Nefesim nefesine



                                                    İY’Kİ GELDİN AHBAP

  Nazım, o büyük usta ölümünden ölümden biraz önce Ecel’e demiş ki; “ İy’ki geldin ahbap, ben öfkeme döneceğim.” Bizler öfkemize döneli kim bilir kaç yıl oldu da öfkeyi, kendi doğallığının kaderi içinde yoğurup yoğurup pişiriyoruz…

  On yıl oldu başımızın tacı yüreğimizin nasırı olan bu iktidarın gelişi. Koca on yıl… Bir kırlangıç ömrü dokuz yıl; bir kırlangıç ömründen fazla ömrümüze tanıklık etti baş tacı yaptığımız ve baş tacı olmaktan mutlu olan büyük krallığın büyük iktidarı…

  On yıl içinde eleştirilerden çok övgüler yazıldı ve söylendi gök kubbenin inanmış, korkutulmuş insanlarınca. Avrupalılaşma telaşı, hak-adalet dağıtma sözlerinin büyük çekim gücü iktidarın ilk yıllarına denk gelir. İlk yıllara ait fotoğraflara bakarsak; mahcubiyeti, biraz da masumiyeti görür gibi oluruz. Giysiler, saç-sakal ve bıyıklar daha özensiz ve daha halktandır… Halka daha yakın duruş ve seslenişler; halkı ihtiyaç duyduğu sivilleşmeye, demokrasiye, adalete, erdeme, şeffaflığa getirecekti güya! …

  Güç ve güçlenme arttıkça hesap sormalar da, ceza vermeler de, haddini bildirmeler de arttı. Dillere destan, kıyametler gibi mahkûmlarımız büyük gösterişli hapishanelere sığmaz oldu. Sayıları 100 bini çoktan geçti. 125 bin erkek, üç bin kadın iki bin çocuktan ibaret suçlu sayımız, kaderin büyük lütuf’u gibi mayalandıkça mayalanıyor…

  Suçlulara cezaevleri yaparak, mahkemeleri çoğaltarak hiçbir yere varılamayacağı çıkacak, çıkmak zorunda kalacak “AF”’LARLA bir kez daha fiyaskoların şerefine yaşanacak ve yaşatılacaktır da, suçların oluşumuna katkı veren suç değerlerini hiç kimsenin kitaplaştırarak, sanatlaştırarak gün yüzüne çıkarıp, asıl olan bataklığı kurutma gibi erdemli ve kalıcı bir işe soyunacağı da yok.

  İy’ki Geldin Ahbap, diyorum iktidarımıza. Güce, güçlenmeye doymayan ve doymayacak bu insanlar, daha doğrusu ERKEKLER topluluğuna tek ses oluşlarına “merhaba” diyorum. İyi ki varsınız…

  Yollar yaptınız enine boyuna; çift şeritli ama biraz da yaması bol olan yollar. Demir yollarını tam manası ile anlamasanız da, kıyametler gibi kazaları görmezden gelseniz de kara; kapkara yollar yaptınız büyük araçların büyük tüketim ve üretimleri adına.

  Yaptığınız güzel ve geniş yolların kara bahtlı göçleri de hiç durmadı. Neredeyse bir İstanbul iki Yunanistan oldu da kimsenin umunda olmadı bu insanlar neden göçer diye. Savaş mı var? Kıtlık mı oldu? Adaletin köküne kibrit suyu mu döküldü? Büyük iktidarın yeşil bahçelerinde oturan yeşil yürekli dostlarımıza göre her şey yolunda sorun yoktur! Ama göçler var; gönülden gelmeyen zoraki göçlerin, koyun, dana, keçi, tavuk kokulu yüreklerinde bonkör bir sevdayı da getiren, ama bir türlü şehirli olma gibi dertleri olmayan insanlarım; insancıklar-ım, sevdikleri, doğdukları yerlerden kopup gelirler…

  Bizim insanımız özellikle yarı aydınımız çok nankördür! Hangi iktidar gelirse gelsin saldırıyı, büyük eleştirileri soylu bir iş gibi üzerine alır. Neymiş; bu iktidar Cumhuriyeti, Laikliği, Mustafa Kemal’i, hakkı-adaleti pek sevmiyormuş! Laflara bakar mısınız; bu iktidar sevmiyordu da SİZLER ne kadar sevdiniz soylu entellerim-dan-tellerim; HİJYENİK değerlerim; ne zaman sevdiniz de bu ülkeyi sevgi yuvaları ile kuşattınız?

  Tabiat boşlukları hiç sevmez! Boşlukları kendi doğallığı ile örter. Toplumsal boşluklar, adaletsizlikler de ümit, umut dağıtan soylu insancıklara emanet edilirler. Bu insancıklar da bu sevdanın yani kurtarıcı olma aşkının içgüdüleri ile gelirler ve onlara inananlara kendi inanmış oldukları büyük mutlulukları dağıtmaya başlarlar.

  Asıl olan mutlu olmayanlar değil mutlu olanlardır! Bu nasıl anlaşılır, en hakiki, en doğru anlaşılma göstergesi nedir? Elbette alınan oylardır. Alınan oylar, her zaman alınmayan oyların üstünde en şerefli bir emanet gibi en üstte tutulur. Ama demokrasi böyle bir şey midir? Bu böyle bir demokrasidir işte!

  Bu iktidardan önce sevgi vardı da şimdi yok mu oldu? Bu iktidardan önce Avrupalaşma vardı da şimdi yok mu oldu? Kullandığımız bütün ürünler Avrupa markalar değil mi? Atımız, avradımız ve silahlarımız; hepsi Avrupa çıkışlı sayılırlar…

  Çaresizlik, fikirsizlik, belirsizlik ve kimliksizlik hep vardı… Bazen Avrupa’yı, bazen Asya’yı severdik; hem de manyakça severdik… Bazen Avrupalı, Bazen Asyalı, bazen de dünyalı olurduk. Her şey olduk ama bir türlü kendimiz olamadık. Japon’un tarifi bellidir. Almanın da bellidir. Çalışkan, disiplin ve vatanperverlik; erdemli bir yurttaşlık üzerine… Ya Türk’ün tarifi? Unutkanlık, öldürme, kul olma, görmeme, duymama ve akılsız bir merhamet üzerine…

  Platon; “ Bir halkı yöneticilerinden tanırsınız.” Diyor. Yöneticilere diyecek hiçbir şeyimiz yoktur. Öyleyse halka da söyleyecek bir lafımız yoktur… Ayrılmaz birer parçadırlar; umutlar, hayaller, krallıklar adına…

  İçinizde “ben farklıyım, ben bu iktidara günahımı bile vermem.” Diyenler de var biliyorum. Yarısı oyunu verdiyse, yarısı da vermedi; bunu iktidar da biliyor ve bu yüzden hüzünlü bakıyorlar; üzdükleri sessiz kahramanlara.

  Sessizliğin büyük çoğunluğu için Nietzsche şöyle der; “ Ben bu kulaklara göre ağız değilim” Bir ağzınız varsa, sizi duymayacak kulaklara seslenmenin bir anlamı da yoktur. Bir duruşunuz, bir aklınız, bir erdeminiz varsa ama var oluşunuza inananlar yoksa sizler yoksunuz demektir; varlığın içinde yok olmuşluğun içindesiniz…

  İy’ki geldiniz ahbaplar; sizler gelmeseydiniz, içliğin içindeki hiç olan varlığımızı anlamayacak, kendimizi dünyalı gibi hissedecek, öykülere konu olacak insan yaşamlarının hayali içinde hayalperestliklerle meşgul olacaktık; iy’ki geldiniz!

  Yaşamın içinde nasılsa dışında da öyle olmalıdır insan. Can Yücel böyle bir şairdir; hem yaşamın içinde, hem de dışındadır. Hem ölmüş, hem de tekrar yaşama armağan edilmiştir…

  Canların Can’ı seslenir bu sevdiği canlara;

  “En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de devrim/ O, onun en güzel yüz metresini koştu/ En sekmez tabancanın namlusundan fırlayarak…/ En hızlısıydı hepimizin/  En önce göğüsledi ipi…/ Acıyorsam sana anam avradım olsun/ Ama aşk olsun sana çocuk, AŞK olsun! “

 Güven Serin
  

  

Hiç yorum yok: