20 Nisan 2012 Cuma

ÖLÜM FERMANI ve ÖZGÜRLÜK

Kamera; Yunus  Ganoslar  (Işıklar) Dağı -Tekirdağ

İnsan denen canlının ne özgürlük arayışı
ne de hileleri biter. En iyisi, en doğrusu ve en
kötüsü derken bir bakmışsınız güzelim hayat
muhteşem bir korku töreni ile "hadi Abbas
vakit tamam" der.
Vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştır insancık, çünkü
düşüncenin iradesine tutunmamış, sadece
tutkularda, en iyi bildiğim dediği şeylere
takılarak asıl arayacağı en kötü ve en
yanlış hangisidir diye en güzele
gidemememiştir...
En çok olanı hep haklı-doğru sayarken
en çok olanın en büyük hataları yaptığını
anlayamadan en azı hep lanetledik; esas
olan "iyi" en azın imbikten geçmiş değerli
düşüncelerindedir...


ÖLÜM FERMANI ve ÖZGÜRLÜK



 Dün ABD’ye karşı çıkmanın bir anlamı vardı; “Özgürlük”… Bugün ise tek bir anlamı var; “Tutsaklık” artık ona aitsin…

 Sürekli büyüyen, genişleyen ve çıkar kavgasında sürekli aslan payını almak isteyen ABD siyaseti neredeyse tüm dünyayı yönlendirecek politikalar üretiyor. Üretmekle kalmıyor; insan denen canlının 21. yüzyılın büyük insanlığı önünde bile ne büyük cinayetler işleyeceğinin de destanlarını yazıyor.

 Anlaşılan odur ki ele geçirilmeyen hiçbir koltuk kalmayacak. Vatanperverliğin şapkasını yere düşürüp ayaklar altında tekmeliyorlar. Bölgeler arası hassas dengelerin arasındaki kalın çizgi, büyük uçurumlara dönüşüyor. İç göç başını almış gidiyor; 21. yüzyılda bile göç ruhu ile göç ediyoruz; bu dünyadan diğer dünyalara…

 Hastanede karşılaştığım otuz yaşlarındaki annenin konuşma aksanı taze göç edenlerin taraftarı olduğunu gösteriyordu. Küçük oğlu Ömer’i tedavi ettirmek için hastanede kalıyorlardı. Ömer hâla dağların, vadilerin ürkek bakışları ile gözlerini kaçırıyor biz yabancı insanlardan.

 Geçmiş olsun. Sağ olun. Siz sağ olun diyen mahcup bir kadın sesiydi. Kars’tan göç edeli on yıl olmuş. Tekirdağ’ın Kaşıkçı Köyünde yaşıyorlar.

 Doğduğunuz yerlere gidebildiniz mi yakın zamanda? Yok; gitmedim, diyen ses de ürkek ve belli bin muhacirliğin mahcubiyetini anlatıyordu göçlerin çığ gibi büyüdüğü memleketimin Tekirdağ bölgesinde.

 Yüksek ABD çıkarları, büyük savaş çığırtkanlıkları; bölme, bölüştürme ve büyük çıkarların şanlı kahramanları; göçleri, göçebelikleri, muhacirlikleri ilahi bir iş gibi destekliyorlar. Büyük kapılar, ses geçirmeyen mekânlar ardında büyük düşlerin ölümlüleri de neyin kurbanı olduklarını bilmeden kurban ayinleri düzenlemek için ikide birde düğmelere dokunuyorlar.

 Başkasına, başka ülkelerin önderliğinde alınacak kararlara göre yaşamak nasıl bir özgürlük anlayışı ve anlatımı acaba… Bir karar alınıyor; komşunuz, dindaşınız olan insanlarla sarmaş dolaş oluyorsunuz. Bir karar alınıyor; dün sarmaştığınız, saygı ve samimi duygular içinde öptüğünüz insanın ölüm fermanını aldığınızı bildiriyorsunuz…

 Bir gün ülke tarihi doğru ellerde ve tarafsız yazılacaksa, o günün çocuklarına insanlık, doğruluk adına çok önemli şeyler öğrenme fırsatı da hediye etmiş olacaklardır tarihi emanet ettiğimiz insanlar.

 Bugün başkasının topu-tüfeği ile vatan savunması yapma hayalleri kuruyoruz. Bugün, başka ülkelerin icadı olan aşılarla, ilaçlarla yaşam savaşı veriyoruz. Konforlu araçlarımızın sahibi, buluşçusu da onlar. Yine tek kolumuzu camdan çıkarıp da, sigaramızı yellene yellene içtiğimiz araçların petrolü de onların buluşları ile yeryüzü cennetine çıkıyor.

 Bize ait bir tek özgürlüğümüz vardı; üzerinde vatanımız dediğimiz toprakların, dereleri, dağları, taşları vardı; şimdi onlara da bizim diyemeyeceğimiz kadar uzak ve kirlettik onları…

 Düşünmeyi, düşünürken araştırmayı, araştırırken icat etmeyi yok sayıp, yokluğun en itaatkâr insanları haline geldik. Başımız göklere çıkıyorken, övünmelerin baş dönmesini yaşarken bile her an yere eğilip, yere düşme kaygısı içinde sessizliğe gömülüyoruz.

 Bir tek renk, bir tek vücut olma gayreti içinde büyük insan yığınları her geçen gün siyahın, renksizliğin içinde sanki devasa bir heykele dönüştürülecek potada eritiliyoruz.

 Oturduğumuz salona dört erkek, dört kadın girdi. Erkeklerin yüksek yerde memur oldukları kıyafetlerinden, bıyıklarından, güneş görmemiş yüzlerinden ve onlara hürmetle yaklaşan garsondan belli. Kadınları ayrı masaya erkekler ayrı masaya geçtiler.

 Bizim masaya gelen seslere bakılırsa konu; din, iman üzerineydi… Her ikisi de birbirine bağlı insan denen canlının gönülden yaparsa ciddi bir iç huzura ulaşılacak bir yol olduğuna inanmayan hiçbir dinsiz bile yoktur.

 İnancımız ve inananlarla ilgili hiçbir çekince yokken asıl sorunumuz birbirine şüphe ile bakan ve bize en uzak kıtadakilere gösterdiğimiz hürmeti, saygıyı ve bağlılığı en yakınımızdaki vatandaşlarımız için göstermediğimiz acı gerçeğidir…

 Korku ve şüphe dağları büyürken daha ismini bile bilmediğimiz ülkelerin, ülke insanlarının ölüm fermanları imzalanıyor; hem de büyük erdemli görüntüler, sevişmeler içinde. Ölüm fermanlarının en büyük gerekçesi; özgürlük adına, daha iyi bir demokrasi adına olduğunu da unutmayalım…

Öyleyse; söz konusu demokrasi ve özgürlükse, bizler de ölürüz; onlar öldürmeden…

  Güven Serin

Hiç yorum yok: