7 Mart 2012 Çarşamba

SES ve SESLER

Kamera; Güven    EDGE ile BULUŞMA

Latife Hanım ve Aziz Bey
Biri şarkılara hayat verir, diğeri
müzik aletine. Sımsıcak iki insan,
biri gezgindir, diğeri ise evcil.
Birisi şarkılarda hayat bulur,
diğeri fıkra ve şiirlerde...

Kamera; Güven   LATİFE HANIM

Sesin, seslenişin adıdır o.
Tabiata yakışır da hiçbir fazlalık
göstermez uyum adına...

Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da ayıp değil,
diyor Latife Hanım. Bütün iş
yürekte...


 

SES ve SESLER


 Gündüzün birkaç derecelik sıcaklığının yerini gecenin dondurucu soğuğu almıştı. Market görevlisi iki genç erkek dışarıda bulunan boş kasaları içeri taşıyorlardı. Evlerine; sıcak odalarına dönecekleri zaman yaklaşıyordu.

 İki genç adam, dondurucu soğuğa karşı birkaç tane önlem almışlardı. Üzerlerinde kalın kazakları vardı. Aynı zamanda yaptıkları işleri çok hızlı yapıyorlardı. Çalışmaları hızlandıkça bedenlerinin savunma silahları onları koruyacak ısıyı da arttırıyordu. Güzel bir anlaşma…

 Genç erkeklerin giysileri kalın olmasına kalındı. Yaptıkları işi de çabuk yapıp, soğukla başa çıkıyorlardı. Ama kırmızı kazaklı olan genç erkek, bir çözüm daha bulmuştu; gecenin dondurucu soğuğu ile baş etmek adına. Bu çözüme ben; “soğuktan korunma türküsü” ismini verdim.

 Kuru soğuğun etkisi o kadar büyüktü ki sokak ve caddeler çoktan boşalmıştı. Birkaç dükkânın ışıkları yanıyor ve birkaç insan da hızlı adımlarla evlerine doğru koşuyorlardı. Market görevlisi erkek de bir an önce bitirmek istediği işi ve soğuktan korunma adına hızlı hareketlerine uyumlu hızlı bir türkü söylüyordu. Türkünün hiçbir kelimesi anlaşılır gibi değil; çünkü bu “soğuktan korunma türküsü.” Yani, hareketin yanında sesin de enerjisine, dostluğuna sığınmanın hareketi…

 Çocukken bizleri korkutulan yerlerden; “mezarlık, ıssız yerler” geçerken, korkumuza meydan olacak yüksek sesle mırıldandığımız dualar vardı. Hangi dua olduğunu bile anlamadan, hızlı hızlı ve mümkün mertebe sesimizi, sessizliğin korkusuna duyuracak bir şekilde, ensemizdeki ürpertinin ipeksi nemleri ile birlikte yakarırdık büyük kurtarıcıya.

 Ses ve sesler insan denen canlıyı korkulardan koruyacak önemli dostlardır. Bu yüzden, en ıssız yerlerde, en ucube bölgelerde bile duyacağımız bildik bir hayvan sesi bile büyük moral olur titreyen bedenimize. Hele hele bir insan sesi; bir insan ıslığı veya türküsü duyuluyorsa uzaklardan; Dante ile Virgil; iki şairin sesini duymuşçasına sevinirsiniz. Bu şairler, Orhan Veli’de, Cemal Süreyya’da, Can Yücel de olsa; boyunlarına sarılmak için bacaklarınız poponuza vuracak şekilde anlara doğru koşarsınız.

 Kısacası dostlarım, ses ve sesler ölü yerlerde; yaşamın olmadığı yerlerde ortaya çıkmazlar. Yaşamın olduğu her yerde ses ve sesler varır. Bazılarını duyar, büyük çoğunluğunu duyamayız. Bir ağacın içinde en çalışkan işçi gibi alnından ter akan, evine mutlu dönecek insan gibi bir kurt işler mesela. Üzerine bastığımız ve bize buğday, mısır, arpa, yulaf veren toprağın altında solucanlar işler. Böcekler işler. Daha bir sürü canlı işler de biz bu işleyişleri duyamayız.

 Sessizlik, ölüm gibidir. Ölü diyarlar gibidir… Yaşamın ve yaşamların olmadığı yer gibi ürpertir insan denen kahraman canlıyı. Korkusuz bir çocuk olmadığım halde, birçok ıssız yere girip çıkmışlığım oldu. Bir kahraman edasında olmasa da seslerin bana doğru yolu gösterip, rehberlik etmesi ile oldu. Kırların ve sessizliğin içinde bize arkadaşlık yapacak sesleri anlamaya başladınız mı geceyi; gecenin hayvanları gibi görmeye, işitmeye başlarsınız. Kuşların uçuşları, ötüşleri, böceklerin gece içinde bir görünüp bir kaybolmaları; gece adına, iyi ve kötülük adına bir şeyler söyler.

 Gecenin ölüm sessizliği içinde bile sesler vardır. Uzaktaki köpeğin havlamasının biçimi bile size gece adına, alacağınız yol adına bir şeyler anlatır. Bende bu sesler sayesinde birçok kez geçemeyeceğim, başka zaman geçmek istemeyeceğim ıssız yerlerden korkuları olan insanlar gibi geçtim. En büyük yardımcılarım, sessizliğin ve gecenin rehberi olmuş, ahenkli, yardımcı iyi seslerdi…

 Böyle olağan ve huzurlu gecelerde; ne cinler, ne periler, ne hayaletler boy gösterirler. Köpekler olağan seslenişlerini yaparlar. Kuşlar uyumlu bir şekilde öterler. Böcekler her zamanki telaşsız orkestraları ile gecenin seyircilerine şarkılar söylerler.

 Sesler her zaman bir şeyler anlatır bize. Ölüm sessizliğinin içinde bile. Sokağımıza sığınmış küçük köpek yavrusu da aç olduğunun şımarık ağlamasını yapıyordu. Onu rahatsız edecek büyük bir köpek geldi mi bir bebek; ölümcül bir sesleniş ile ağladığını; yardım isteme seslenişini yapıyor.

 Kumrular kargalar gibi güçlü yuva yapamazlar. Hatta yuva yapmayı hiçbir zaman ustalığa çeviremezler. Bu konuda kargalar, kırlangıçlar, leylekler, bülbüller büyük ustadır. Ama kumrunun uçtuğu gibi; uçarken çıkardığı ipek dokunuşlu sesler gibide karga, kırlangıç, bülbül, leylek uçamaz. Kanat çırpışın tınıları kulağınıza çok hoş gelir. Sanki kumrunun kanatlarından değil de çağlar öncesi bir müzik aletinden geliyor gibi.

 Bülbülün uçuşunu duyamazsınız ama ötüşünü duyup da oradan ayrılamazsınız. Bir savaşın her ölümlerin olduğu zamanlarda bile unutulan savaşlardan geriye kalan; unutulmayan seslerden birisi de ölümün kol gezdiği, barut kokularının ortalığı boğduğu zamanlarda bile bülbül sesleri; barışı ve yaşamı hatırlatır insana.

 Güzel sesler, huzur verici seslenişler sayılamayacak kadar çoktur. Ama bir ses var ki ölümlü insanı ölümsüz yapar; SEVGİNİN SESİDİR bu ses. Yakılmaz, yıkılmaz, yok edilemez; sevgiyi var eden insan istemediği sürece…

 Güven Serin






4 yorum:

Momentos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Latife Geckin dedi ki...

Alkış,sanatçının oksijeni,onu daha çok yaşama bağlayan,sevildiğini hissettiren,ilham ve heyecan veren muhteşem bir ruh besleyicisidir.Hani ben de kıyısından,ucundan bu duyguyu tatmış biri olarak,ama hasretini çeken,özleyen biri olarak sevgili Güven,yazdıklarını okudukça bu alkış özlemimi gideriyorum biliyor musun?Bana böyle hissettiriyorsun ve avunuyorum.En azından bunun için sana çok teşekkür ediyorum.Yüreğine sağlık tekrar.Sanat ruhlu insan,ince insan.Sevgiyle..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Sezer, sadece ıslık sesi mi, büyüklerin azcık rahatı kaçtı mı nelerle korkuturlardı bizleri;cin, kabaklı kedi ve bir de "bocuk" bocuk neyse! :)) Özellikle belli bir zaman, kabak pişirilir yenmez ise "bocuk" geliyor! Senmisin yemeyecek olan, kabak tepsisi bile yenme ihtimali vardı!

Bir de meşhur bir Kara Recep efsanesi vardı; Tanrım, ne büyük korku idi Kara Recep Korkusu. Sonra yıllar önce dediler ki; " bu adam Kara Recep" küçülmüş, zavallı garip bir adam; o an, hatıralarımdaki korkularda öldü; tıpkı Kara Recep efsanesi gibi:))

GÜVEN SERİN dedi ki...

Latife Hanım, sizi burada görmek onur verici. Siz, tabiata ait olduğunuz kadar sevenlerinize de, sanata da aitsiniz... Bu benim altına imazmı atacağım sözümdür...

Teşekkür ederim, sesini özlemiş bir adam gibi. :))